1 Temmuz 2012 Pazar

Tarih sürecinde kölelik oluşumu, gelişimi, şekilleri.

Kelime Anlamı:
‘Köle’ sözcüğünün yabancı dillerdeki karşılığı ‘slave’dır. Bu sözcük Slav ırkından gelen insan demektir kök itibariyle. Yunanca ‘sklabos’ kelimesinden gelen ‘slave’ yani ‘köle’, Vikinglerin Slavları yakalayıp köle olarak Romalılara satmaları nedeniyle kullanılmıştır. Kelimenin tüm dillerde yaklaşık 580 benzer karşılığı vardır. Türkçede ‘hizmetçi’ denilen ‘servant’ ya da yine Türkçede ‘servis’ elemanı kelimelerinin hepsi Slav sözcüğünden türemiştir.
Köle, bütünüyle başka bir insanın malı olan, herhangi bir eşya gibi alınıp satılabilen kişidir. Kölelik, eskiçağlardan 19. yüzyıla kadar süren uzun bir tarih boyunca çeşitli biçimlerde var olmuştur. İnsanların ancak kendi yaşamlarını sürdürebilecek kadar üretebildikleri en eski dönemlerde kölelik yoktu. Zamanla üretimde kullandıkları araçlar geliştikçe tüketebileceklerinden daha fazla üretmeye başladılar. Bundan sonra, savaş tutsaklarını öldürmek yerine kendileri için çalıştırmaya başladılar ve onların ürettikleri fazla ürüne el koydular. Böylece köleler ve kölelik doğdu.
Antik Dönem Uygulamaları:
Kölelik eski Mısır, Bâbil, Mezopotamya, eski Yunanistan ve Roma medeniyetlerinden itibaren binlerce yıllık geçmişi olan eski inanç, felsefe ve uygarlıklarda kökleşmiş bir kurumdu. Köleliğin resmi varlığıyla ilgili bilinen en eski kayıtlar Babil kralı Hamurabi’nin yasalarında yer alır. Eski filozofların bir kısmı (Aristoteles de dahil), bazı insanların doğuştan köle olduğunu bile savunmuştur. Özellikle antik çağ dönemlerinde kölelik, çoğunlukla borç için cezaydı, borç, geri ödendiği andan itibaren, köle, bırakılabilirdi.
Papa’nın İzin ve Yasakları:
Katolik kilise defalarca, kölelik fikrini mahkûm ederken, Papanın onayladığı izin belgeleriyle, köleliğin kilise tarafından da kabul edildiği çağlar 15. ve 16. yüz yıllardır. 1452’de Portekiz Kralı VI. Afonso’ya izin veren Papa, savaşlarda yakalanan putperestlerin köle olarak satılabileceğine ve kullanılabileceğine dair resmi bir bildiri çıkardı. 1537’de ise Papa 3. Paul, kilisenin geleneksel köleliğe karşı tavrına geri döndü.
Kölelik bugünkü uygarlık anlayısında her ne kadar insanlık için ahlaki açıdan geri bir davranıs sayılıyorsa da, kölelik ortaya çıkmadan önceki dönemlerin uygulamalarına bakıldıgında ve o dönemin medeniyet tarihi göz önüne alındıgında, köleligin, tarih zinciri içerisinde uygarlıga dogru atılmış bir adım oldugunu görüyoruz; çünkü tarih boyunca klanlar ve kabileler arasındaki mücadeleler hiç bitmemistir. İşte bu dönemlerde insanlar farklı ırktan veya farklı milletten olan bireyleri, savaşlarda esir olarak aldıklarında veya zorla kaçırdıklarında öldürüyorlardı. O dönemlerde kölelik, insanların akıllarına bile gelmemiştir. Daha sonraki uygulamalarda ise, savası galip olarak bitiren toplumun ağır işlerinde, savaşta yenilen toplumun bireyleri çalıstırılmaya başlanmıştır. Bu durumun, insanların insafsızca öldürülmesinden daha ahlaki bir davranış olarak degerlendirilmesinde, bir sakınca görülmemeli. Üstelik bir toplumda ağır işleri köle sınıfı üstlenince, diger sınıflarda zaman açısından bir rahatlama olmustur. Boş zamanlardan faydalanan hürlerin bir çok yenilik (Cografi Kesifler, Rönesans, Reform…) yapmaları, mümkün oldu.
Tarihte ilk toplumlarda kuvvet ortaya çıkınca zayıflar da doğdu, böylece bu müessese zaman içinde oluştu. Köleliğin iki önemli özelliği olduğu görülmüştür: Gizli kalışı ve ekonomik-sosyal bir realite oluşu. Köleliğe karşı muhalefet, tarihte pek fazla görülmemektedir. Bu evrensel kuruma karşı Batı’da ilk muhalefet, 18.yüzyıldan sonra başladı(anti kölelik hareketi). Eski ve ortaçağ ekonomisinin kilit taşı olarak kabul edilen kölelik için ünlü düşünür Aristo, “mekik, kendiliğinden havada uçup dokuma işini yapmadıkça, ustanın kalfaya, efendinin köleye ihtiyacı olacaktır.”demiştir.
Batı’da kölelik üzerinde yeterince durulduğu söylenemez.Eski toplumlarda, kölelik müessesesinin ortaya çıkmasının en önemli sebebi; herhangi bir ülkedeki halkın, kendilerini diğer ülkelerde yaşayan insanlardan üstün görmeleridir. Bundan dolayı, savaşlarda esir olarak alınan insanları da o toprağın bir parçası olarak görmüşlerdir. Onları da toprakları ile birlikte kendi malları gibi kabul etmeleri, o devirde bir gelenek olarak kabul edilmistir. Tarih boyunca gerek savaşlardan kaynaklanan gerekse ülkelerinden zorla kaçırılan köleler için, insanlar, “neden öldürelim ki, köle olsunlar” diyerek bu müesseseyi oluşturmuşlardır. 18. yüzyılın ortalarına kadar insanlık, bu kurumu benimsemiştir. Eski çağın köleliğini ne Romalılar ne de Yunanlar bulmuş değildir.
Roma, Yunan, İran, Hind, Çin, v.s.Ülkelerde toplumdan topluma değişmekle birlikte genel olarak görülen kölelik sebepleri şöyleydi:
1- Savaşlarda köle edinme isteği: Kölenin gücüne ihtiyaç artınca, insanlar köle yapmak için seferler düzenlemeye başladılar. Böylece insan, arz aracı haline geldi. Bu durum 19. yüzyıla kadar sürdü.
2- Suç işleyen kişinin köleleştirilerek mağdura teslim edilmesi: Cezalandırma yetkisinin ele geçirilmesiyle, suçlular devletin veya bazı kişilerin kölesi olmaya başladı. Siyasi muhalefet sebebiyle mecburen köle yapılanlar da vardı. Atina’da ihanet ve hakaret suçları; Roma’da idamlık suçlar, kölelik sebebiydi.Hz.Yakup peygamberin hukukuna göre, hırsız yakalandığında, çaldığı malın karşılığında, mal sahibine, bir sene köle olarak hizmet ettirilirdi.
3- Ganimet edinme isteği sebebiyle yapılan savaşlar sonucunda ele geçirilen esirlerin köle yapılması: Makinalaşma öncesinde kölelerin büyük bir ekonomik önemi vardı. Büyük topraklar elde edildikten sonra, esirler zorla çalıştırılarak büyük oranda rant elde edilir, kendilerine de hiç ücret ödenmezdi.
4- Aristokrat sınıfa hizmet edecek insana duyulan ihtiyaç.
5- Terkedilmiş insanların köleleştirilmesi: Terkedilmiş, kimsesiz insanlar bulununca köle statüsüne sokulurdu.
6- Borcu olup da ödeyemeyen ve aciz duruma düşen kimselerin köleleştirilmesi: Bu, Solon’un Yunan kanunlarında da vardır. Bu durumda borçlu köle, ölmekle de borcundan kurtulamıyor, kölenin ailesinin alacaklıya hizmeti sürdürmesi gerekiyordu.
7- Köle olan ana-babadan doğan veya köle anneden doğan çocuk da köle sayılırdı. Doğan çocuk ana-babasının efendisine aitti ve buna doğumla oluşan kölelik denilirdi.
8- Ticaret amacıyla kölelik. Bu tür kölelik, Amerika’da 19. yüzyılda zirveye çıkmıştır.
9- Korsanlık veya haydutluk yoluyla olduğu gibi, tarihte mahkeme kararıyla kölelik statüsüne sokulan insanlar da vardır.
10- Yoksulluk sebebiyle, kişinin kendisini, çocuklarını ve diğer yakınlarını satması. Bazı Thiciranlar çocuklarını satardı. Özellikle bazı Güney Amerika Ülkeleri, Çin ve Güneydogu Asya’da, köleler azat olduktan sonra da bırakılmazdı. Hususen kız çocukları, gençlikleri sömürüldükten sonra, zenginler tarafından evlat edinilir, az bir ücret karşılığı çocuklarına dadı tutulurdu. Bu uygulama 20. yüzyıla kadar sürmüstür.
11- Askerlik görevinden bile bile kaçmak.
Eski Yunan Medeniyeti’nde Kölelik:
Bütün eski toplumlarda görülen kölelik, Eski Yunanistan’da da vardı. Köleliğin meşru olduğu bir zemin üzerine kurulu Atina Site Devleti’nde köle pazarları da vardı. Eski Yunan’da, köle azadı nadiren gerçekleşen olaylar arasındaydı. Ne köle, ne de azatlı köleler vatandaş sayılırdı. Yunan ve Roma’da, kölenin mal (res) olduğu kabul edilirdi. Roma’da, suç işleyen köle, zarar görene “şahsen” sorumlu idi. Ama Yunan’da efendisi kölenin zararını öderdi.
Antik Yunan’da, Atina, Corinth ve ticaretle uğraşan diğer site devletlerde, satılık birçok köle vardı. Bu kölelerin çoğunluğu Yunanlı olmayan ırklardandı.Yunanlılar kendilerinden olmayana “barbar” derler. İflas eden borçlular, kredi verenler tarafından köle yapılırlardı. Bu durum, M.Ö. 6. yüzyılda Solon tarafından Atina’da yasaklandı. Bu yasak, Roma’da 4. yüzyılda yürürlüğe girecektir. Ayrıca Yunanistan’da bazı çocuklar sokağa terk edilir, bu çocuklar daha sonra köle edinilirdi. Bu durum, M.S. 6. yüzyılda kimsesiz çocukların hür olduğunu söyleyen Iustinianus’a kadar sürdü.
Yunanistan’da hemen her hürün birkaç kölesi vardı. Peloponnes savaşlarından önce Atina’da 75.000 köle vardı.Bunlar, toprak ve ev işlerinin yanında katiplik, hocalık, doktorluk gibi yüksek işlerde de çalışırlardı. Hatta tacirlik bile yaparlardı.
Atina’daki, zanaatkar kölelerin sayısı azdır. Bu köleler, hak ve borç edinebilirlerdi. Satılırken de bu hak ve borçlarıyla birlikte satılıyorlardı.Atina’daki bazı köleler de şehir temizliği gibi işlerde kullanılırlardı.
Yunan Medeniyeti’nde köleliğin sona erdiği durumlar da vardır. Gerçekten sahibi dilerse resmen kölesinin azat olduğunu ilan edebilirdi. Vasiyetname yoluyla, bir mabede satılmak veya hibe edilmek suretiyle veya şehir meclisinin emriyle de azat edilebilirlerdi.
Yunanistan’da köle satışı ve köle pazarları, M.Ö. 500 – 150 tarihleri arasında ortaya çıktı. Atina’da her ayın ilk günü köle pazarları kurulurdu. Köleler çıplak olarak bir kürsüye çıkarılır ve satışa arz edilirdi. Çünkü kadın kölelerle yani cariyelerle efendilerinin cinsi münasebet hakları da vardı.
Yunan sahilleri tarih boyu, köle ticaretinin yapıldığı en önemli merkezlerden olmuştur.

Roma ve Roma Hukukunda Kölelik:
Tarihte, insanları köle eden ilk milletin Romalılar olduğu söylenir. Roma’da kölelik, ticaret ve ziraatın temel direği sayılırdı. Sosyal kurumların tabii hukukuna en aykırı olanı, meşru olmadığı en geç kabul edileni sayılan kölelik, ilk çağın büyük devletlerinden Roma İmparatorlugu’nda da vardı ve köleliğin en büyük kaynağı savaştı. Diğer insanlara hükmetme arzusu, onları kullanmak, onlardan kişisel yarar edinme, refah halinde yaşama isteği, kadınları köle statüsüne sokarak onlardan yararlanma arzusu, insanları savaşa sevk ediyordu. İlk zamanlarda kölelerin durumu oldukça iyi idi. Köle, ailenin bir ferdi sayılır, baba hakimiyeti altında bulunan hür insanlardan farklı sayılmazdı. Eski zamanlarda Roma’da her türlü iş, hürlerden meydana gelen isçiler tarafından görülüyordu. Tarihin başlangıcında büyük bir şöhret kazanan Romalılar, yeni memleketler istila edip zenginleştikçe, hem hürlerin çalışmasını zül telakki etmişler ve hem de çok köle sahibi olmayı zenginlik alameti saymaya başlamışlardır. Roma’da insanlar hür (liber) ve köle (servus) olarak ikiye ayrılmıştır. Roma’da şahsın hukuku şu madde ile başlar: “Şahsın hukukunda yapılan en esaslı taksim, insanların hür ve köle oluşlarına dair olanıdır.”
Roma şehri, kölelerle dolunca, dinleri, dilleri ve gelenekleri Romalılar’dan farklı olan insanlara karşı, soğuk davranılır oldu. Şehir hayatının gelişmesiyle iki tip köle ortaya çıktı.
1- Toprak köleliği (Colonus): Asıl efendi şehirde yaşarken, köydeki araziyi bir kahyanın idare ettiği, kölelerin toprakla birlikte alınıp satıldığı kölelik.
2- Diğer Köleler: Bunlar şehirde, efendilerinin yanında rahatça yasarlardı.

M.Ö. 2. yüzyıldan sonra, Romalılar zevk ve eğlenceye düşkün olunca, kölelik de giderek, kısmen bir zevk aracına dönüştü.
Roma hukukunda köleler, mal ve eşya olarak kabul edilirler. Bu sebeple de kadın ve erkek kölelerin kurdukları ortak hayat, evlilik olarak kabul edilmez. Daha sonra Hristiyanlık’ın tesiri ile bu rezalete son verilmeye çalışılmış ise de, bu sertlik tamamen yok edilememiştir. Köleler, malik de olamazlardı ve hiçbir şahsi hakka sahip değillerdi. Köleler, hukuken hak ehliyetine sahip değillerdi. Efendileri ile arasındaki münasebet hakimiyet esasına dayandığı için, bunların haklarına efendileri sahip oluyordu.
Efendi, kölesine zarar verebilirdi ve bu haksız fiil sayılmazdı. Çünkü efendinin kölesinin üzerinde, onu öldürmeye varan sınırsız bir hakimiyet hakkı var idi. İmparator Costantinus zamanında (M.S. 306-337) bile, efendinin, kölesini cezalandırırken ölümüne sebep olması, adam öldürme suçu sayılmıyordu.
İşte bu çaresiz insanlar böyle çeşitli işkencelere ve felaketlere maruz kala kala sonunda kanun koyucuların merhamet ve şefkatlerini celp etmişlerdir. Bu ağır işkenceli halleri kısmen ortadan kaldıracak hukuki düzenlemeleri yapma ihtiyacını hissetmişler ve konu ile alakalı ilk kanun Praetor hukukunda tedvin edilmiştir. Bu kanunla kölelerin yırtıcı hayvanlar ile pençeleşmeleri yasaklanmış ise de, şayet bir köle bu gibi bir cezaya müstahak olursa hakim tarafından muvafakat edilmek şartıyla icrasına da müsaade edilmiştir.
Osmanlı’da köleliğe, kurucusu Osman Bey zamanında da rastlanmakla beraber, kölelik kurumu Orhan Bey zamanında yerleşmiştir. Osmanlı devletinde köle kaynakları genel olarak iki ana başlık altında toplanmaktaydı.Bunlardan birisi savaşlar diğeri de ticaret yoluyla ortaya çıkan kölelikti. Haremin ortaya çıkması ise Fatih Sultan Mehmet döneminde gerçekleşmiştir. Bunda artan fetihler ve genişleyen topraklar önemli bir rol oynamaktaydı. Bu tarihlerden sonra kölelik ve bununla birlikte köle ticareti Osmanlı devletinde yerini alıyor ve köle ticareti devletin de dolaylı olarak destek verdiği bir uygulama oluyordu.Ancak ilerleyen yıllarda kölelerin belirli bir çalışma süresi sonunda azat edilmesi, kölelerin evlenme haklarının sahiplerince karşılanması gibi düzenlemelerle, köle ticaretini kısıtlamaya ve kölelere yapılan kötü muameleleri önlemeye çalıştı. bu amaçlarla birçok ferman yayınladı.[kaynak belirtilmeli] Osmanlı’da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde 1847’de yayınlanan ferman bunların en önemlisidir ve bu fermanla köle ticareti resmi olarak kaldırılmıştır. Ancak uygulamanın önüne ancak imparatorluğun son yılarında geçilebilmiştir. Osmanlıdan sonra kurulan Türkiye Cumhuriyeti de köleliğe ilişkin bütün uluslararası antlaşmaların altına imza atmış ve Türkiye Cumhuriyeti’nde kölelik hiç bir zaman resmen olmamıştır.




SİNAN BAÇ'ın yazısı ve derlemesinden eklenmiştir..

Antik çağda kölelik

Helen ve Roma dünyasına ilişkin kaynaklarda, kölelerin özgür insanlardan farklı giyindiklerine ya da farklı bir saç modeline sahip olduklarına ilişkin herhangi bir bilgi yoktur.

Ancak köleleri ilkel, pis ve ahlâksız olarak gören antik dünya insanı, onlarla aynı türde giysilere sahip olmaktan pek hoşnut kalmamıştır.

Romalıların 3. yüzyıl imparatorlarından Alexander Severus, sarayındaki kölelerin farklı bir giysi giymelerini önermiş ama dönemin ünlü iki hukukçusu birden -Paulus ile Ulpianus- buna karşı çıkınca düşüncesinden caymıştı.

Romalıların kölelerine farklı giysiler giydirmeyişleri, şöyle bir nedene bağlanabilir: Özgür kitlenin en büyük korkularından biri, sayıları hayli kabarık olan ve kendilerine karşı sürekli öfke duyan kölelerin beklenmedik bir saldırısına uğramaktı. Bir köle, ıssız bir yerde karşılaştığı özgür bir kişiyi nedenli ya da nedensiz olarak öldürebilirdi. Bu yüzden, kölelerce kolayca tanınmamak ve hedef olmamak için onlarla aynı türden giysilerle dolaşmak daha akılcıydı.

Nitekim “de Clemantia” adlı yapıtında Seneca, Romalıların taşıdığı bu korkuyu açık biçimde şöyle dile getirmiştir:

«Bir zamanlar Senato’da, kölelere özgür insanlardan farklı giysiler giydirilmesi önerilmişti. Fakat sonra, eğer köleler bizi sayma olanağına kavuşurlarsa başımıza neler gelebileceğini anladık.»

    

Antik dünyada, eğitim görmüş seçkin kişilerin yazdıkları kitaplarda zaman zaman iyi kölelerden de söz edilmekteyse de, egemen olan genel düşünce onların kötü olduğu yönündeydi.

Ancak kölelerin kendileri hakkında var olan bu olumsuz ön yargılar için neler düşündüğünü bilmemize olanak yok.

Kendisi de bir köle olan Aisopos’un (Ezop) ünlü hayvan öykülerinde, varlıklı efendiler ile alt tabakadaki kölelerin ilişkilerindeki acımasızlık, tolerans ve hoşgörü dışı davranışlar, üstü örtülü bir biçimde işlenmiştir.

Kölelerin özgür vatandaşların devam ettiği idman yerlerinde (palaistra) idman yapmaları yasak olduğu gibi, resim ve heykel yapmaları da yasaklanmıştı. Ancak günümüze kadar ulaşan üstün sanat yapıtlarının üretildiği atölyelerde de birçok kölenin çalıştığı bilindiği için, onların bu konuda tümüyle yeteneksiz oldukları pek kolay öne sürülemez.

Bir köle için aşağılanma, dayak yemek ve işkence edilmek pek sıradan bir olaylardı. Çünkü efendisinin yetki kapsamında onu öldürmek bile vardı.

Kölelere çektirilen acıları, baskıları ve uygulanan işkenceleri anlayabilmek için, Roma ve Helen yasaları ile Antik Çağın kimi yazar ve düşünürlerinin yapıtlarına göz atmak yeter.

Bergamalı büyük tıp bilgini Galenus, “de Animi Morbis” (Ruhun Hastalığı Üzerine) adlı yapıtında, köleleri yumruklama, dişlerini kırma ve gözlerini oymanın yöntemleri üzerinde uzun uzun durmuştur. Bir kölenin asla elle dövülmemesi gerektiğini, el yerine kamçı kullanmanın gerekli olduğunu yazmıştır. Nedeni de efendinin bir köle için elleri incitmemesi...

Ksenophones’in Memorabilia (Hatırlanabilenler) adlı yapıtından öğreniyoruz ki, Antik Çağın o dillere destan ve “özgür düşünce şehidi” sayılan ünlü düşünürü Sokrates de kölelerin gerektiğinde cezalandırılması konusunda diretmiştir.

Kölelerin yalancı ve kötü ruhlu oldukları ön yargısına kapılmış olan Romalılar, onların ancak işkence altında doğruyu söyleyeceklerini düşünmüş, işkenceyi yasal bir sorgulama yöntemi olarak kabul etmişlerdir.

    

Kölelerin en önemli görevlerinden biri, iç ve dış tehlikelere karşı efendilerini korumaktı. 1 ve 2. yüzyılın Romalı tarihçisi Cornelius Tacitus’un belirttiğine göre; zor durumda bulunan bir efendiye yardım etmemenin cezası ölümdü. Gerçekten de, Roma Senatosu’nun 10 yılında çıkardığı bir yasa, köleler açısından ürperticiydi. Buna göre; şayet bir efendi evinde öldürülmüş olarak bulunursa, çevrede bulunan tüm köleler işkence altında sorgulanacak ve sonra tümü öldürülecekti. Bir efendi intihar ederek ölmüş bile olsa, onu bu girişiminden vazgeçirmeyen köleleri sorumlu sayılacaktı. Silanus adında biri tarafından Senato’ya önerilen bu yasa Roma hukukçuları tarafından şöyle yorumlanmıştı:

“Eğer köleler efendilerini içte ve dışta beliren tehlikelere karşı korumanın yaşamlarına mal olacağını bilmezlerse, hiçbir efendi kendini güvende görmez. Bu nedenle öldürülen efendinin kölelerinin sorgulanması yöntemi benimsenmiştir.”

Roma’daki aile reislerinin (pater familias) hem oğullarını hem kölelerini öldürmek gibi mutlak hakları (jus vitae necisque) vardı ama imparatorluk döneminin bazı yasaları bu hakları hayli sınırladı.

Bundan böyle kölesini öldürmek isteyen bir kişiden yargı kararı isteniyor, dolayısıyla acımasız köle sahiplerinin öfkesi biraz olsun frenlenmiş oluyordu.

İmparatorluk dönemindeki Roma yasalarından bazı alıntılar, bize kölelerin cezalandırılıp öldürülmesinde ne gibi yöntemlerin kullanıldığına ilişkin de bilgi vermektedir. Roma Hukukunun klasik döneminde yetişmiş ve yapıt vermiş önemli hukukçuların çalışmalarından parçalar alınıp belli bir sistem içinde derlenmiş 50 kitaptan oluşmuş Digesta’da (Latince düzen anlamına gelir) aşağıdaki maddeler vardır:

   “Suça eğilimli de olsa, efendilerin kölelerini arenada vahşi hayvanlarla dövüştürülmek üzere satmaları yasaktır.” (Digesta, 18, 1. 42).
   “Bir köle vahşi hayvanların önüne atıldığı takdirde, sadece onu satan değil, aynı zamanda satın alan da cezalandıracaktır.” (Digesta, 48, 8. 11)
   “Efendiler kölelerini sopa ile dövmekten, kamçılamaktan ya da güvence altına almak üzere zincire vurmaktan dolayı onların ölümüne neden olursa, bu durumlarda kendilerinin de suçlu sayılmayacağından emin olmalıdır. Bu hakların kullanılmasında aşırıya kaçılmamalıdır. Aşağıdaki suçlardan birini işleyen bir efendi, adam öldürme suçundan yargılanacaktır.

-   Köleyi sopa veya taşla öldürmek;
-   Yüksek bir yerden atılmasını buyurmak;
-   Ağzından zehir akıtmak;
-   Bedenini parçalatmak; vahşi hayvan pençesi ile bedeninin parçalarını kopartmak ya da ateşe atmak;
-   Köleyi kan ve yaraları ile koşmaya zorlamak ve böylece yaralı organlarına acı vererek işkence etmek.”

Antik Roma toplumunun en korumasız durumdaki insanları olan kölelere karşı yürütülen bu acımasız davranışlar, genelde sistemli ya da önceden tasarlanmış bir zulüm değil, daha çok anlık öfkelerin sonucuydu.

Antik Roma’nın tolerans sahibi ender düşünürlerinden biri Seneca, “de Ira” (Öfkeye Dair) adlı yapıtında, kişilerin kölelere karşı bağışlayıcı olmaları konusunda öğütlerde bulunmuş, şöyle demiştir:

«Bana küstahça cevap veren, saygısız davranan veya tam anlayamayacağım bir tarzda homurdanan bir köleyi niçin kamçı veya hapisle cezalandırayım? Ben o kadar özel biri miyim ki, kulağıma hoş gelmeyen her şey suç olsun? Birçok insan vardır ki, yendikleri düşmanı bile bağışlamıştır. Peki ben, tembellik, dikkatsizlik ya da boşboğazlık yapan birini neden bağışlamayayım? Eğer bu bir çocuksa, işlediği suçu onun çocukluğuna, kadın ise kadınlığına, köle değilse özgür oluşuna, kendi ailemden değilse onun aile terbiyesine vermem gerekir... Hiç kuşku yok ki, zavallı küçük bir köleyi hapishaneden çıkarmakla destansı bir iş yapmış oluruz. Neden onları hemencecik dövmeye, ayaklarını oracıkta kırmaya bu kadar hevesliyiz? Onlar üzerinde yapacağımız idmandan cayıp, haklarımızı asla kullanmazlık etmiyoruz.»

Bu tür toleranslı öğütler veren ve kölelere toleranslı davranan efendiler yanında, onlara eziyet etmekten âdeta zevk alan kişiler de vardı. “De re Rustica” (Köy Üzerine) adlı kitabında oğluna bir çiftliğin nasıl yönetilmesi gerektiğine ilişkin önerilerde bulunan M. Porcius Cato (M.Ö 234-149), hasta kölelerin üretime katkıları bulunmadığını, bu yüzden gereksiz insanlar olduklarını anlatmıştır. Çağdaşları tarafından bile insafsız efendilere bir örnek olarak gösterilen Cato, hizmette kusurlu gördüğü köleleri kamçılar, kendi aralarında dostluk kurmamalarına özen gösterirdi. Ayrıca, çiftlikte ölüm cezasını gerektiren bir suç işlendiğinde, tüm kölelerini birden yargılar ve suçlu bulduğu her köleyi öldürtürdü.

    

İmparator Claudius döneminde (41-54) çıkarılan yasaların kısmen kölelerden yana olduğu görülür. Bunun olası nedeni, Claudius’un danışmanları arasında bazı azatlıların bulunmasıdır. Aslında acımasız biri olarak tanınan bu imparator, demek ki bir zamanlar kölesi olan azatlı danışmanları tarafından toleranslı bir tutum edinme yolunda etkilenmişti.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, kölelerin evlenmesi yasal olarak olanak dışıydı. Ancak bir köle, efendisi izin vermişse bir diğer bir köle ile karı-koca gibi yaşayabilir, hatta çocuk sahibi olabilirdi. Bu kölelerin çocuklarının köle doğup, yaşamlarını köle olarak sürdüreceklerinden elbette kuşku duyulmamalı.