18 Kasım 2011 Cuma

Köle bahaneleri, kendini köle zannedenler, saçmalıklar...

Bu konumda efendi-köle ilişkilerindeki bir sıkıntı ve sık tekrarlanan bazı yanlışlardan bahsedeceğim.
Şu lafı eminim ki benim gibi pek çok master duymuştur köle ya da köle adaylarından ''sen gerçek bir master değilsin,sen master değilsin,senden master olmaz'' gibi sözleri eminim ki hemen her master-efendi hayatında bir kez olsun duymuştur.
Peki bu sözler genelde hangi anlarda edilgen-köle kişiler tarafından söylenir,neden söylenir şimdi bunu irdeleyelim ve bu klasik soruna farklı açılardan bakalım.
Edilgen-köle kişiler genelde kızgın anlarında,isyan anlarında bu sözleri efendisine ya da efendi adayına söyler bu sözleri,peki neden?Önce konuya şuradan başlamak ve bakmak gerekli.Her zaman söylendiği ve bilindiği üzre bir edilgen-köle kişi şartlar,sosyal çevre,aile,işi gücü,konumu,toplumun ahlak yapısı,kanunlar ve çeşitli kuralllar nedeni ile efendisinin verdiği her emri şartlar gereği yerine getiremeyebilir,ama gerçek bir efendi de zaten bu şartları gözetip kölesine buna göre yani imkansız olmayan,kanunlar ya da şartlar önünde kölesinin hayatını zora sokmayacak sağlığını ya da hayatını ciddi manada tehlikeye sokmayacak şekilde emirler verir ve şartları,durumu,zamanı gerçek bir efendi zaten gözetir ve buna göre hareket eder.Bu durum efendi-köle ilişkilerinde olmazsa olmazlardandır ve her efendi-köle ilişkisi yaşayan kişi bu altın kuralı bilir ve buna göre hareket eder.
Bu altın ve temel kuralı hatırlattıktan sonra şimdi olaya daha derinlemesine girebilir ve irdeleyebiliriz.İşte bu altın kuralı bilen ve bunun farkında olan her efendi-köle kuracağı ve yaşayacağı ilişkisini de buna göre belirler ve her türlü şartları gerekli olgunluk,bilgi,deneyim çerçevesinde ayarlar,bu süreç kendiliğinden gelişir ve rayına oturur.Fakat bu noktada pek çok edilgen-köle adayı şu hatayı yapmaktadır.Diyelim ki efendisi bir emir verdi köle de buna karşı çıktı ve yapamayacağını söyledi,oysa ki efendisinin istediği,verdiği emir yapılabilecek ölçülerde bir şey,fakat köle çeşitli bahanelerle bunu geçiştirme ve yapmama yönüne gidiyor,işte o an haliyle efendi kızıyor ve yapıldığında sorun çıkmayacak olduğunu bildiği bir emrinin yerine getirilmemesi haliyle kölenin durumunu sorgulamasına neden oluyor.İşte bu anlarda köle önce savunma psikolojisi ''bunu yapamam efendim,olmaz efendim,bunu istemeyin benden efendim'' gibi bir tavır,devamında ise saldırı psikolojisi ''sen zaten gerçek bir master değilsin,sen master değilsin'' gibi hem bir tekdüzelik hem de bir isyan gösterisi sunuyor.İşte bu noktada edilgen-köle olduğunu iddia eden kişi kendi açıklarını,eksiklerini,hatalarını,bahane ve tutarsızlıklarını karşı tarafa yıkmaya çalışarak hem verilen emirden kaçmaya,hem isyan etmeye,hem suçu karşı tarafa atmaya hem de karşı tarafı suçlu ya da haksızmış gibi gösterip temel de kendini haklı göstermeye çalışarak var olan ya da olma sürecindeki bdsm ilişkisini tümden sekteye uğratıp yok ediyor.
Şimdi örneklerle ve mantıksal,realist yönden devam edip bakalım olaya.
Altın kuralı söyledik başta;bir efendi edilgen-köle adayını da ya da kölesine gerekli tüm şartları gözeterek (mekan,zaman,sosyal,aile çevresi konumu,iş yeri ya da iş hayatı,fiziksel,psikolojik durumlar ve etkenleri) emir verir demiştik.
Bu altın kuralı hatırlattıktan sonra örneklemeli açıklamalara geçelim.
Diyelim ki bir efendi kölesine ''götüne tıpa tak,dışarıda öyle gezeceksin'' dedi (göte tıpa hem bir ceza hem bir eğitme,hem bir alıştırma yöntemidir,bir nevi butt plug ya da zevk,acı unsuruyla karışık bir yöntemdir). Bu emre karşılık köle ''ama efendim regl-adet oldum,yapamam (ki yapamam demesi ayrı bir saçmalık ve yanlış bir sözcük zaten) demesi buradaki olayı tümden saçma kılıyor.Kölenin buradaki mazereti regl-adet olması fakat efendi ondan arkasına,götüne yani adetle ilgisi olmayan bölgeye sokmasını istiyor,haa regl iken daha çok acı vs..olabilir..!! sonuçta bu bir ceza ya da zevkin farklı bir yönüdür,kölenin bu durumu bahane olamaz..Regl kölelerin en çok kullandığı bahanelerdendir dip not olarak bunu da belirtmiş olalım.
Bir başka örnek..Diyelim ki sanal ortamda tanıştınız kölenizle (malum günümüzde çoğu tanışma şekli hele ki bdsm yaşayacak kişileri her yerden bulamayıp,pek çok kişinin kolayca çevresine ya da sevgilisine vb. açılamadığını,bu konuları konuşamadığını düşünürsek) internet ortamında tanıştığınız ve eğitim verdiğiniz ya da köleniz yaptığınız kişiden fotoğrafını istediniz.(çıplak,ailesi ile ya da çeşitli sebeplerden onu zorda bırakacak bir foto değil,normal bir fotoğraf onu görmek adına) fakat köle kişi size bunu yapamayacağını söyledi..!!! Buna mantıklı bir açıklama da getiremedi üstelik sadece yapamayacağını söyleyip geçiştirme yaptı,sizden anlayış bekledi..Bırakın bdsm ilişkisini siz normal herhangi bir diyalogta bile kiminle iletişim halinde olduğunuzu görmek istersiniz değil mi!! Oysa köle olduğunu,köleniz olduğunu söyleyen kişi size (çıplak vb. olmayan sırf kişiyi görmek adına) istediğiniz normal bir fotoyu gösteremeyeceğini söyledi ve anlayış bekledi.Bu durumda haliyle bir efendi hatta normal bir insan olarak buna tepki verdiğinizde kölenin işte tam o an sizi ''sen efendi değilsin,sen gerçek bi efendi değilsin'' diye suçlaması hangi mantık ve gerçekle açıklanabilir..!! Elbette ki bu basiretsiz,korkak,bahanelerle dolu ''sözde'' kölenin sizin için söylediği şeyler sizin gerçek kalitenizi değiştirmez ama dedim ya,konumuz bu tip köle adayı ya da sözde kölelerini çokluğu,bahaneleri ve bdsm ilişkilerini bu şekilde sürekli sekteye uğratmaları.
Yine başka bir örnek vereyim.Köleniz size regl,utangaçlık,diğer sıradan sıkıntılar gibi bahanelerle gelip sürekli anlayış bekliyor.Hemen her konuyu bahane olarak kullanıyor işte bu bdsm ilişkisi değildir,eğer ki köle kişi buna kendini uygun görmüyorsa bu tür ilişkilere hiç başlamamalı ve uzak durmalıdır.
Bakınız özellikle ülkemizde bu işe heves eden belki gerçekten köle ruhlu olan ama çeşitli korkuları yüzünden ilişkiyi baltalayan çok köle adayı var.Bilhassa evli olup kocası göreceği,çevresi öğreneceği gerekçesiyle çok basit şeyleri bahane edip kaçan,kaçınan,anlayış bekleyen pek çok köle adayı var.Tüm bunların sonucunda köle adayları efendisinden sürekli konu ve durumlara göre anlayış beklemekte onu etken eğil edilgen konuma sokmaya çalışmakta,verilen emirleri türlü nedenlerle geçiştirmeye çalışmaktadır.Bu kölelik değil keyfi bir durumdur ve gerçek hiç bir EFENDİ-MASTER bu durumlara anlayış göstermez,amaa bu noktada o kişilerin kalkıp ''sen efendi değilsin,sen gerçek bir master değilsin'' demeleri de ayrı bir ironi ve kendi ezikliklerini kapama çabasıdır.Kaldı ki gerçek bir efendi kölesinin keyfiyetine göre hareket etmez,eğer ki bir köle ya da dişinin tüm isteklerine ok diyen bir erkek varsa o sırf sex için ya da ne olduğunu bilmediği bdsm fantazilerine soyunmuş bir kişi olacaktır.Hal böyle iken gerçek bir master'a sen efendi değilsin deyip,onun her dediğini yapan erkeklere master muamelesi yapıp sonra da bdsm yaşadığını zanneden sözde köle adayları kendilerini avutmaktan öteye gidememektedir.Her zaman söylüyorum cesaretiniz,gücünüz yoksa,yapamayacağınızı düşünüyorsanız bu ilişki türünden uzak durun köle adayları..Bu bir oyun değil bu gerçek hayat ve burası da oyun alanı değil.

12 Ekim 2011 Çarşamba

Motivasyon efektleri

Motivasyon efektleri..!! Evet...Ne mi bu? Hemen açıklayayım.Hayatlarımız hep bize dayatılan kalıplar,örf-adet,toplumun sosyal çevrenin ve ailelerin baskı,dayatma,öneri ve şekillenmiş örtüleriyle kaplı.Pekii bunlara karşı çıkarsak ne olur? Şu olur..Maddi-manevi zorlanır,dışlanabiliriz,türlü başka zorluklarla karşılaşabiliriz ama sonunda ''özgürleşiriz'' biz oluruz,kendimiz oluruz...Bence bu özgürlüğü elde etmek için tüm zorluklara değer..Kiminizin ''yaa oradan atıp tutmak kolay ailemiz bizi keser,etrafımız dışlar ya da parasız,işsiz kalırım'' dediğini duyar gibiyim...Hayır ben burjuva değilim,trilyoner ya da milyonerde değilim,yatlarım katlarım da yok,bankada birikmiş binlerce liram ya da arkamda torpilvari ''dayım da '' yok...Ben herşeyi göze almış,her türlü zorluğa karşı yıllardır  karşı koyarak hayatımın iplerini eline almış biriyim.Hiç birşeyi hazır elde etmedim çok mücadele ettim ve hala da ediyorum..
İşte bu noktada sizlerde hayatınızın kontrolünü ele alın ve ne olmak istiyor,ne yaşamak istiyorsanız onu olun ve yaşayın.Ruhunuz size yönetilmeyi,ezilmekten zevk almayı,köle olmayı mı söylüyor,ruhunuz fahişe mi,ruhunuzda bir fahişe mi var,sex meraklısı mısınız,fetiş misiniz,marjinal misiniz veya başka bir şey mi? O halde bunu yapın,korkularınızdan sıyrılın.En kötü ihtimalle insanlara,topluma diklenip ben buyum diyemeseniz bile kendinize,beyninize,ruhunuza bunu kabul ettirin ve ben buyum diyebilin..!! Çünkü önemli olan sizin ne düşündüğünüz ve hissettiğiniz diğer herkesin canı cehenneme...Nasıl ki hepimiz kendi hayatlarımızdan sorumluysak kimseye de hesap vermek zorunda değiliz..Birileri bizim yerimize mi okuyor,birileri bizim yerimize mi çalışıp para kazanıyor??? Hayır...O halde hayatlarımıza karışmaya da hakları yok..Tek yapabilecekleri yargılamak o da varsın olsun sonuçta müdahale etmeye kimsenin hakkı  yok...Kendi kendinizi motive edin...Unutmayın hayat sandığınızdan kısa ve hayatınızı tereddütlerle geçirmeyin,ruhunuzda ne yatıyorsa,ruhunuz neyi emrediyorsa onu yapın,yaşayın...

29 Ağustos 2011 Pazartesi

Kadınların-kölelerin paradoksal denklemleri ve kısır döngüleri...

Kadınların paradoksal denklemleri ve kısır döngüleri tarih boyunca hep erkeklere ve insanlığa sıkıntı yaratmıştır.Temelde bu onların her zaman var olan o ''ne istediklerini bilememe'' paradokslarına dayalı sendromun sürekli farklı şekillerde dışavurumu ve etrafa yansımasıdır.
Yıllar geçtikçe daha iyi gözlemeye başladım bunu çünkü yıllar geçtikçe daha çok kadın tanıyor,yaşıyor,deneyimliyorum ama değişmeyen bir şey varsa o da bu ''ne istediklerini bilememe'' sendromunun bizlere yaşattığı sıkıntılar.Diyebilirim ki bu bir noktada çekilmez bir boyuta varıyor ve biz erkekler işte o noktada kadınlardan soğuyoruz ve yeter artık demeye başlıyoruz.Onlar bunun farkında olmuyorlar veya oluyorlar ama bunu düzeltmeye yetecek otokontrol ya da kapasiteleri olmadığı için sorun ve sorunlar büyüyor.
Temelde anlatmak istediğim şu.Bir köle ya da bir kadın tamamen kendini erkeğine,sahibine bırakmıyorsa bu sorunlar bitmiyor bu bir gerçek.Lafta ve yaşanışta her ne kadar ''efendim,erkeğim'' kendimi size bıraktım istediğinizi yapabilirsiniz,sizin malınızım deselerde o içsel paradoksları ve kadınsal dürtüleri bir noktada yine ortaya çıkıyor ve gerekli olan tam aidiyetlik,kendini bırakma durumu ortadan kalkıyor.Zamanla şu hale geliyor.Kendilerini bırakma,yönetilme istekleri ve dürtüleri zamanla keyfi bir hale dönüşüyor ve istedikleri an bunu yapmaya başlıyorlar,her zaman değil...İşte bu noktada da onların aidiyetlikleri ve edilgenlikleri tartışmaya açık hale geliyor çünkü o andan itibaren artık onlar işi kendi keyfi ve ruhsal durumlarının paradokslarına bırakmış oluyorlar...
Bakınız hal böyle olunca hiç bir köle,kadın vb. ben size aidim efendim,istekleriniz benim için emirdir demesin çünkü bu iş artık o noktada fantaziye ve keyfi birşeye dönüşmüş oluyor.Yıllardır kölelerde ve kadınlarda iki şey gözledim.Birincisi tam ait olabilme isteği,ikincisi ise kölelik boyutuna birazda insani boyutlar katılırsa kölelerin şekil değiştirip,tepeye çıkmaya çalışmaları.Yani alttan üste geçme çabalarına ve şekline dönüşüyor ve o zamanda gerçek kimliklerini unutuyorlar...
Ama ne zaman ki 7-24 köle olarak davranılsa onlara ve 7-24 köle gibi yaşatılsalar belli noktalarda isyan etme eğilimleri oluyor.Yine o dediğim noktaya geliyoruz ''ne istediklerini bilememe sendromu''...
Bakınız üstad Marqi kölelerine sadece işkence,acı ve 7-24 kölelik uygulamamıştır,üstad'ın yaptığı şey denge unsuruna dayanır ve temelde zevk hakimdir.Zaten üstad Marqi'nin hayat felsefesi ve düşünceleri zevk üzerine kurulu ve zevk yaşamaya odaklıdır.Dolayısıyla o zevkin sürekli acı çektirmek ya da aralıksız ezmekten ibaret değil yerine,zamanına,duruma göre zevkin her boyutunu yaşayabilmeye odaklıdır...Daha açık söyleyecek olursam bir an kölesini en sert şekilde ezip,kullanıyorken diğer bir an ona tam bir fahişe gibi davranıyor bir diğer an ise ona kadınlığını ortaya çıkarıp yaşatacak şekilde...Yani her üç hali de yansıtıyor ve yaşatıyor.İşte günümüz kadın ve kölelerinin de anlamadığı bu...Ben kölemi sürekli tasmasıyla ayaklarımın dibinde yatırmak zorunda değilim bunu ona bir ceza için ya da keyfi yaptırabilirimm ama an gelir yatakta kıçını sikime dayayıp yanımda yatmasını isteyebilirim.Çünkü o an o göte sikimi dayayıp yatmakta benim için bir zevk ve kölemi kullanma şeklidir.Madem ki kölem beni rahatlatmak bana hizmet etmek için var o halde 7-24 tasmasıyla gezip,yerde yatacak diye bir kural yok.Kuralları sahip olarak ben belirlemiyor muyum? Evet ben belirliyorum,o halde neyi nasıl yapacağım benim tasarrufuma kalmış,hal böyleyken ben o an zevki nasıl yaşayacaksam,içimden nasıl geliyorsa o şekilde bunu yaptırırım...İstersem götünü sikerim,istersem götüne dayayıp uyurum,istersem yerde tasmasıyla yatırıp uyuturum...
İşte biz efendiler tüm bunları dengeleyebiliyorken kölelerin ne yaptıklarını bilmez halde bize olan isyan belirtileri,kafa karışıklıkları durumu tatsız bir hale getiriyor..Bununda temel sebebi dişilere has o sürekli düşünme,irdeleme,kırılgan,hassas varoluş.Fakat şu var ki bu durumda Efendi iki şeyle uğraşmak zorunda kalıyor..
1-Dişi köleyi,dişilik alışkanlık ve dürtülerinin getirdiği benlikten soyutlamak ve bu gelgitlerini törpülemek

2-Sonraki safhada eğitime geçmek ve köle formasyonunda kullanmak ve yaşatmak için eğitmek...

Fakat birinci madde,ikinci maddeye geçmeyi epeyce zorlaştırıyor.Her zaman dediğim gibi ''bir kölenin görevi düşünmek değil,uygulamak ve itaat etmek''...İşte sıkıntılar bu yüzden ortaya çıkıyor,bir köle düşünmeye başladığı an kafa karışıklığı yaşıyor,oysa ki ruhunu ve bedenini tamamen bırakıp kendini adasa sorun kalmayacak...Bu kısır döngülerden bıktım...Kadınların ruhsal sorunlarını efendi-köle ilişkilerine yansıtmaları ve kafa karışıklığı sendromları her zaman bu tarz ilişkileri baltalamıştır ve baltalayacaktır da...İyi düşünmek ve kendini efendisine tamamen bırakması gerekmekte...Başka yolu yok...

4 Haziran 2011 Cumartesi

Salo ya da Sodom'un 120 Günü


Salo ya da Sodom'un 120 Günü  1975 İtalya Fransa ortak yapımı dramatik filmdir. Özgün adı Salò o le 120 giornate di Sodoma ya da daha yaygın bilinen şekliyle kısacaSalò'dur. Film Türkiye'de önce Mart 1992'de 11. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde, sonra da Nisan 2007'de 26. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde gösterilmişti.
Erotik edebiyatın önemli yazarı Fransız aristokrat Marquis de Sade'nin 1785 yılında yazdığı en sıra dışı eseri olan Les 120 journées de Sodome ou l'école du libertinage adlı kitabının 1940'lı yıllara uyarlamasıdır. Filmin yönetmeni Pier Paolo Pasolini'dir. Passolini aynı zamanda Sergio Citti ile birlikte filmin senaryosunu da yazmıştır. Önemli rollerindePaolo BonacelliGiorgio CataldiUmberto Paolo Quintavalle ve Aldo Valletti oynadığı filmin görüntülerini Tonino Delli Colli çekmiş, filmin müziğini ise Ennio Morriconeyapmıştır.
Film gösterime girdiği tarihten bu yana içerdiği görsel şiddet ve sadizmin dozu nedeni ile hep tartışma yaratmış ve bugüne kadar yapılmış en rahatsız edici film olarak nitelendirilmiştir. Birçok ülkede gösterilmesi bugün bile yasaktır. Film gösterime girmeden kısa bir süre önce yönetmeni Pasolini öldürülmüştü.
Filmde II. Dünya Savaşı 'nın son günlerinde Faşist İtalya'da çöküşün eşiğindeki dört varlıklı seçkinin genç kız ve erkekleri şatolarında tutsak ederek 120 gün boyunca onlara fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygulamaları anlatılmaktadır.
Olaylar 1944 yılında Nazi Almanya'sının kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan Faşist Salo Cumhuriyeti'nde geçer. Şehrin ileri gelen seçkinlerinden dört sefih 9 kız 9 da erkek 18 genç insanı yakalayıp bir şatoya kapatırlar. Beraberlerindeki 4 yaşlı fahişe ile birlikte bu genç kölelere bir dizi fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygularlar.


aşağıda filmin fragman linkini veriyorum isteyen oradan bakabilir...

http://www.dailymotion.com/video/x6yojt_120-days-of-sodom-trailer-salo-120_shortfilms

Caligula


Caligula, 31 Ağustos 12'de, Roma'nın sayfiyelerinden Antium'da "Gaius Julius Caesar Germanicus" olarak doğdu. İmparator Augustus'un evlatlık torunu Germanicus ve torunu Yaşlı Agrippina'nın doğumdan sonra hayatta kalan altı çocuğundan üçüncüsüdür. Germanicus,Nero Claudius Drusus ve Küçük Antonia'nın oğlu, Agrippina ise Marcus Vipsanius Agrippa ve Yaşlı Julia'nın kızıdır. Gaius'un erkek kardeşleri Nero ve Drusus'la genç yaşta ölen Tiberius ve Gaius Julius, kız kardeşleri ise Julia LivillaDrusilla ve Genç Agrippina'dır. Gaius aynı zamanda geleceğin imparatorlarından Claudius'un yeğenidir.
Gaius'un babası Germanicus, Tiberius Claudius Nero ve Augustus'un üçüncü karısı Livia'nın torunu ve ayrıca Augustus'un kendisinin de evlatlık torunudur. Germanicus, Julio-Claudian ailesinin en göze çarpan üyelerinden ve Roma İmparatorluğu'nun en çok saygı duyulan ve sevilmiş olan generallerinden birinin oğludur. Agrippina, Augustus ve Scribonia'nın torunudur ve mükemmel Roma kadını modeli olarak tasvir edilir.

Gençliği 

Sadece iki ya da üç çocuktan biri olarak Gaius, ailesinin Germanya'nın kuzeyindeki askeri harekatlarına eşlik etti ve babasının ordusunun maskotu haline geldi.[1] Askerler, annesi Agrippina tarafından minyatür askeri üniforma ve sandalet giydirilip silah kuşatılan küçük Gaius'u görmekten çok keyif alıyorlardı. Kendisine verilmiş olan Latince 'Caligula' takma adının anlamı "Küçük (asker) sandaleti"ydi ve üniformasının bir parçası olarak giydiği küçük asker sandaletinden gelmekteydi.[2]
Tahtın varisinin kim olacağı sorusu Augustus henüz hayatta iken aile içindeki entrika suçlamaları arasından birkaç defa ortaya atıldı. Caligula'nın babası Germanicus, Augustus'un öldüğü zamanda Princeps görevini yürütmek için çok genç olmasına rağmen birçok insan, Augustus'un varis olarak onu seçeceğine inanıyordu. Sonuç olarak Augustus, Germanicus'u evlatlık edinmesi şartıylaTiberius'u seçti. Germanya'daki başarılı bir harekat ve Roma'daki geçit töreninin ardından Germanicus Roma politik yaşamından uzaklaştırılmak için doğuya gönderildi ve orada Tiberius'un ajanları tarafından zehirlendiği iddiaları arasında 10 Kasım 19 tarihinde öldü. Annesi ve Tiberius arasındaki ilişkiler katil ve komplo suçlaması arasında hızla kötüleşti.
Genç Caligula, önce 27 yılında belki de bir rehine olarak annesinin büyükannesi ve Tiberius'un annesi Livia'nın yanına gönderildi. Livia'nın Tiberius'la birlikte devrilmesi ve ardından iki yıl sonra ölmesi üzerine Caligula, Julian akrabalarının yanına döndü ve büyükannesi Antonia'ya iade edildi.[3] Bu süre zarfında Caligula dış dünya ile biraz bağlantı kurabildi; yegane arkadaşları kız kardeşleri Genç Agrippina , Drusilla veJulia Livilla'ydı. Daha sonra Caligula hakkında, imparatorun kız kardeşleriyle özellikle de Drusilla ile ensest ilişkisi olduğu dedikoduları çıktı.Suetonius, bu iddialar hakkında çok özel şeyler yazmıştır.[4]
31 yılında, Caligula Capri'de tekrar Tiberius'un ölümüne ve 37 yılında taht'a çıkışına kadar onun kişisel gözetimine verildi.[3] Bu süre zarfında Caligula zaten Tiberius'un gözdesiydi. Suetonius, Tiberius'un yönettiği insanlar ve Roma'da onu dizginleyen (Augustus, Livia, kardeşi Drusus, ve en iyi arkadaşı Nerva) olmadan kendini, arzuladığı tüm cinsel sapkınlık düşkünlüğünü yaşamakta özgür hissettiği Capri'de, yaşadığı aşırı cinsel sapkınlıklarını aktarır.[5] Bunların gerçekten olup olmadığını söylemek zordur. Pek sevilmeyen imparatorlar olan Tiberius ve Caligula gibiler hakkında yazılanların hepsi gerçek olmayabilir ve antik metinler de dedikodu sık rastlanılan bir durumdur.
Bu sıralarda, Tiberius'un Praetorian Prefect'i Sejanus, Roma'da çok güçlüydü ve İmparatorun yönetimine ve onun olası varislerine karşı kendi müttefiklerini oluşturmaya başlamış ve Julian çizgisindeki destekçilere dalkavukluğa girişmekteydi.[6] Tiberius'un ilerlemiş yaşında gittikçe artan bir paranoya'nın işareti olarak vatana ihanet duruşmaları sık sık olan bir durumdu ve gittikçe artan biçimde bir keresinde hayatını kurtarmış olan arkadaşı Sejanus'a daha fazla güvenmeye başladı.[7] Sejanus bu duruşmaları, konumunu güçlendirmek ve olası bir muhalefeti ortadan kaldırmak için kullandı.
Küçüklüğünden beri Caligula, çok dikkatli yürümeyi öğrenmişti. Tacitus ve Suetonius'un her ikisine göre de, zeka olarak tüm kardeşlerinden daha üstün, mükemmel doğal bir aktördü ve diğer aile fertleri yapamadığı zamanlarda tehlikeyi farkedebiliyordu.[8] Diğer birçok taht adayı ortadan kaldırıldığı halde Caligula hayatta kaldı. Küçük bir ada olan Pandataria'ya sürgüne gönderilen annesi Agrippina, yemek yemeyi reddederek öldü. İki büyük kardeşi Nero ve Drusus da öldüler; Nero, Ponza adasına sürgüne gönderilirken, Drusus'un bedeni bir zindanda ağzında -görünüşe göre açlık krampını bastırmak isterken- yediği şilte parçaları dolu olarak bulundu.[9][10]
Suetonius, Caligula'nın Tiberius'a karşı olan kölelere özgü doğasından ve ölü annesi ve kardeşlerine karşı olan ilgisiz tavrından bahseder. Kendi hikâyesinde, Caligula'nın yıllar sonra bahsettiğine göre, bu kölelik davranışı hayatta kalmak için bir taktikti ve birden fazla olayda çok sinirlendiği için neredeyse Tiberius'u öldürecekti.[11] Caligula'nın bir şahidine göre: "Asla bu kadar iyi bir uşak ya da bu kadar kötü bir efendi olmamıştı.!"[8] Caligula, keyifsiz Tiberius'un yerine birçok görevi yaparak yönetim konusundaki özel yeteneğini ispat etti ve onun daha fazla ilgisini çekti. Gece, Caligula güçlü bir sadizm'i işaret eder biçimde, kölelere yapılan işkencelere katılıyor ve çoşkuyla kanlı gladyatör oyunları seyrediyordu.[12] 33 yılında, Tiberius Caligula'ya taht'a çıkışına kadar üzerine alacağı tek kamu görevi olan onursal quaestor luk pozisyonunu verdi.[13]

Skandalları 


Çılgın imparator hakkında kümelenen tuhaf hikâyeler; aşırı zalimliğini, çoklu ve alışılmamış cinsel macerelarını (en azından Suetonius tarafından iddia edilen heteroseksüel ve homoseksüel ilişkilerini, Cal. 36), ya da gelenek ve Senatoya karşı olan saygısızlığını tasvir eder. Suetonius, onun her üç kız kardeşiyle olan ensest ilişkilerini, seks alemlerinde yüksek dereceden Senato üyelerinin karılarını en yüksek teklifi verenlere satmasını, kuzeyde yaptığı gülünç askeri faaliyetleri ve onun gece güneşin doğmasını emrederek sarayının koridorlarında dolaşma alışkanlığını anlatır. Caligula'nın aynı zamanda atı Incitatus'u bir rahip olarak adlandırdığı ve yaşaması için içinde mermer bir ahır, altından bir yemlik bulunan bir ev ve mücevherlerle süslü gerdanlık taktığı ve sonra Senato'ya konsül yapma sözü verdiği iddia edilir.
Söylendiğine göre sarayında bir genelev açmış ve sosyal etkinlikler sırasında Senato üyelerinin karılarını, kocaları onlar ayrılırken sadece arkalarından bakabildikleri halde kendi yatak odasına götürme alışkanlığı edinmişti. Ardından karılarıyla yaptığı cinsel eylemleri kocalarının yanında herkesin duyabileceği şekilde anlatıyordu.
Caligula genellikle soğuk, kibirli, bencil ve deli olarak tasvir edilir. Söylendiğine göre karşı çıktığı bir grubun bir arena dolusu insan tarafından alkışlanması üzerine ağlayarak "Roma halkını istemiştim ancak sadece tek bir boynum var" demiştir.[33] Yine söylendiğine göre arenada aslan ve kaplanlarla dövüşmek için yeterli suçlu kalmamışsa bazı izleyicileri arenaya attırmıştır. Hayatına karşı herhangi bir plan tertip edildiği zaman, söylendiğine göre komplocuların "belki de ölmekte olduklarını hissedebilecekleri çok sayıda küçük yarayla" öldürülmesini emretmiştir. Suetonius, onun sık sık "korktukları sürece bırakın benden nefret etsinler" dediğinden bahseder.
Kendini yaşayan bir tanrı olarak ilan etmişti. Palatine ve Capitol'deki Jupiter Optimus Maximus tapınağı arasında bir geçit inşaa ettirmişti (söylendiğine göre iki tanrı arasındaki istişareyi mümkün kılmak için) ve imparatorluk sarayını, Forumun üzerine ve Caligula'nın farklı tanrılar gibi görünebileceği ve onlarla toplanabileceği Castor ve Pollux tapınağının içine doğru genişletmişti. Kayıtlara göre Caligula, Olympia'daki Jupiter tapınağı ve Jupiter'in ünlü heykeli ile "siyah taş"ının Capitol'e taşınmasının sorumlusuydu. Yine söylendiğine göre kendisine yukarıdan bakılmasını suç yapmıştı.
Caligula aynı zamanda inanılmaz derecede kendine düşkündü ve Nemi Gölü'nün dibinde 1930'lu yıllarda buluna iki batık gemi bunun en dramatik kanıtlarıydı. Bu iki gemi antik dünyanın en büyük tekneleri arasındadır. Gemilerden küçük olanı Diana'ya adanmış bir tapınak gibi yapılmıştı. Büyük gemi aslında oldukça ayrıntılı ve mermer koridorları olan yüzen bir saray olarak Caligula'nın giderek artan hedonistik (hazcı) davranışlarının tatmininde tekil bir role sahipti.

ENGELLENME,KAYGI,SAVUNMA MEKANİZMALARI

Yazıma Doğan Cücenoğlu’nun “İnsan ve Davranışı” kitabında konuyla ilgili verdiği bir örnekle başlamak istiyorum:
“Gece geç saatlere kadar ders çalışarak bugünkü sınava hazırlandınız.Geç yattığınızdan dolayı sizinle aynı odada kalan arkadaşınızın sabah kalkışını ve evden çıkışını duymadınız.Çalar saati kurduğunuzu zannediyorsunuz,fakat kurmayı unutmuşsunuz.Uyanınca geç kaldığınızı anlıyor ve kahvaltı yapmadan kitapları alıp otobüs durağına koşuyorsunuz.Fakülte önünden geçen otobüs siz gelmeden bir dakika önce duraktan kalkmış,uzaklaşan otobüsün ancak arkasını görüyorsunuz.Sınava geç kalmamak için dolmuş durağına gidiyorsunuz,sizden önce gelenler uzun bir kuyruk oluşturmuşlar.Beklemeye başlıyorsunuz.Pek sık dolmuş gelmiyor.Sınava yarım saat kala dolmuşla okula yetişemeyeceğinizi anlıyor ve koşarak bir taksi durağına gidiyorsunuz.Taksi sizin zannettiğinizden daha ağır gidiyor,çünkü o saatte yoğun bir şehir trafiği var.Fakülteye yaklaştığınız zaman telaşla saatinize bakıyorsunuz.Sınavın başlamasına 8 dakika var.Şoförün eline parayı tutuşturup koşarak fakülteye geliyorsunuz.Sınıfa son giren öğrenci sizsiniz,nefes nefesesiniz ve çalıştıklarınızı unutmuş olmaktan korkuyorsunuz.Profesör sınav sorularını dağıtırken,yanınıza kalem almadığınızı fark ediyorsunuz.Bitkin bir halde başınızı elleriniz arasına alıp bir süre o durumda kaldıktan sonra yakınınızda oturan bir başka öğrenciden fazla kalemi varsa size ödünç verip vermeyeceğini soruyorsunuz”.
Örnekteki öğrenci,bir çok engelleme ile karşı karşıya gelmiştir.Engellemenin kaynağı kimi zaman kendisi (çalar saati kurmayı unutmuş,arkadaşının kalkışını duymamış,kalemini dahi evde unutmuştur), kimi zaman kendisi dışındaki kişiler veya durumlardır,(otobüsü kaçırması,trafiğin yoğun olması,oluşan kuyruk nedeniyle dolmuşa binememesi).Gerek öğrencinin kendisinden kaynaklanan nedenler gerekse dış çevredeki kişi veya durumlardan kaynaklanan nedenlerle öğrenci amacına ulaşamama,yani ;sınava geç kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.Bu durum,onda kaygıya yol açmaktadır.İşte,elde etmek istediğimiz bir nesneye,ulaşmak istediğimiz belirli bir amaca varmamız veya bir gereksinmemizin giderilmesi önlendiği zaman ortaya çıkan olumsuz duyguya engellenme adı verilir.
Hepimiz bu duyguyu günlük hayat içinde yaşarız.Bu çok doğaldır belli bir ölçüye kadar.Eğer engellemeler,bizim günlük hayata uyumumuzu bozacak düzeyde ise sorun var demektir.Bunu ileride daha detaylı açıklayacağım.
En önemli engellemelerden birisi de çatışmadır.Bu durum,birbirleriyle uyuşmayan iki veya daha fazla güdünün aynı anda bireyi etkilediği anlarda ortaya çıkar.Bu durumu örneklerle açıklayalım:Hem erken yatmak hem de televizyonda çok sevdiğiniz bir programı izlemek istiyorsunuz.Hem babanızı öfkelendirmemek hem de arkadaşlarınızla tatile gitmek istiyorsunuz.Bu örneklerde iki amacınız var ve bu amaçlar aynı anda giderilmeyi bekliyor ve siz bir çatışmayla karşı karşıya kalıyorsunuz.Erken yatarsanız tv seyredemeyeceksiniz ya da tatile gitmezseniz babanız öfkelenmeyecek.İki amacın birden gerçekleşmesi olasılığı yok.
Babanızla hiç anlaşamıyorsunuz.Artık onunla aynı evde yaşamaya tahammülünüz kalmadı.Bir erkek arkadaşınız var,iyi bir ilişki,ama,onunla yeterince uyumlu değilsiniz.Evde kalmaya devam mı edeceksiniz yoksa evlenip kurtulsanız mı?Buradaki amaçların ikisi de tarafınızdan istenmiyor.Ancak,başka seçenek de aklınıza gelmiyor.Burada çatışma yaşamanız kaçınılmaz.
Bazen bir amaç,hem istenilen hem de istenilmeyen özelliklere sahip olabilir.Örneğin; içki içmek hem rahatlatır, biran için de olsa size dertlerinizi unutturur,ama aynı zamanda,sağlığınız için zararlıdır.Aynı şekilde,çikolata yemeyi çok seversiniz, ama o da şişmanlatır.Bu duruma biz ergenlerde sık rastlarız.
Örneğin;ergenlerin bağımsızlığa karşı böyle bir tutumları vardır;kendi işlerini kendileri yapmak isterler,ancak,gene de zor durumlarda anne babalarının desteğine ihtiyaç duyarlar.
Engellenme duygusuna çoğu zaman kaygı da eşlik eder.Nasıl davranacağınızı bilemezsiniz.Doluya koysanız almaz,boşa koysanız dolmaz misali.Üstelik sizde kaygı yaratan durumun yada engellemenin kaynağı,çoğu zaman bilinçdışındadır ve siz bunu fark etmekte zorlanırsınız.Bazen bu neden sizin kabul edebileceğiniz bir neden olmayabilir.
Örneğin;artık evlenmek istiyorsunuz.İyi bir işiniz var.Her şey yolunda.Ancak,bir türlü bu gerçekleşmiyor.Karşınıza hiç anlaşabileceğiniz gibi biri çıkmıyor.Bu açıklama yeterli mi?bunun nedeni,belki de sizin babanızla yaşadığınız ve henüz çözümleyemediğiniz bir çatışma olabilir mi?
Çocuğunuz sizin her şeyiniz.Her anne babadan farklı olarak onun için çok endişeleniyorsunuz.Bir an bile gözünüzün önünde olmasa panik duygusu yaşıyor,adeta nefes alamıyorsunuz.Neden bu böyle?Aslında bunun nedeni,çocuğunuz doğduğunda işi bırakmanız sonucu ona duyduğunuz kızgınlık olabilir mi?
Bu duygu,sizin bilinçdışınızdadır.Bunun bilinçlenmesi,sizin kabul sınırlarınızı zorlar.Suçluluk duymanız muhtemeldir.Bu suçluluk duygusundan ancak onu çok severek ve koruyarak kurtulabilirsiniz.Freud’a göre;anksiyete, id (ilkel benlik) itkileri ile ego (benlik) ve süperego (denetleyici benlik; üst benlik) tarafından diretilen sınırlamalar arasındaki bilinçdışı bir çatışmanın sonucudur.Bir çok id itkisi birey için bir tehdit oluşturur,çünkü;kişisel ve toplumsal değerlerle çelişir.Psikoterapilerde de amaçlanan sizin farkında olmadığınız bu bilinçdışı çatışmaları çözmektir.
Engelleme karşısında birey bir şeyler yapmak durumundadır,çünkü;engellemenin yarattığı kaygı çok rahatsızlık verici bir duygudur.Kişi,uzun süre bu duyguya katlanmak istemez.
Engelleme karşısında değişik tepkilerde bulunmanız olasıdır;saldırganlaşabilirsiniz,içinize kapanabilirsiniz,karamsarlığa kapılabilirsiniz ya da hiçbir şeyin önemi yokmuş gibi davranmayı tercih edebilirsiniz.Bunların hepsi de istenmeyen durumlardırBeni kaygıya götüren nedenler nelerdir?.Ancak,biraz önce de değindiğim gibi bazen kaygı yaratan nedenlerin kaynağı bilinçdışındadır ve birey bunun farkında değildir.Ancak,yoğun bir kaygı yaşamaktadır.Birey,bu kaygıyı azaltmak üzere Freud’un savunma mekanizmaları adını verdiği stratejileri kullanır.Burada kişi,sorunu halletmeye uğraşmak yerine mekanizmaları kullanarak kaygı hislerini azaltmaya çalışmaktadır.Bu mekanizmalar,nesnel tehlike koşullarında bir değişiklik yaratmaz;yalnızca kişinin tehlikeyi algılayış ya da düşünüş şeklini değiştirir.Bir nevi insanın kendi
Kendisini kandırmasıdır diyebiliriz.Bu mekanizmalardan bazıları aşağıda anlatılmaktadır.
İNKAR: Dış gerçeklik yüzleşilemeyecek kadar nahoş ise,bir birey bu gerçekliğin var olduğunu inkar edebilir.Ölümcül bir hastalığa yakalanmış bir çocuğun anne babası tanıdan ve beklenen sonuçtan tamamen haberdar olmalarına karşın bunu reddedebilirler.aile açısından iyidir.İnkar mekanizmasını tutarlı bir biçimde eleştiriyi görmezden gelen,başkalarının kendilerine kızdığını algılayamayan ya da eşinin evlilik dışı bir ilişkisi olduğu yolundaki tüm ipuçlarını göz ardı eden bireylerde görebiliriz.18 Yıl boyunca yaptığım bireysel terapilerde,bazı danışanların (özellikle bir başka kanaldan yönlendirilmişlerse) aslında hiçbir sorunlarının olmadığını,niye burada olduklarını bilmediklerini söylemeleri de inkara bir örnek sayılabilir.
BAHANE BULMA-RASYONALİZASYON: Bahane bulma mekanizmasında birey,yaptığı bir şey için gerçek nedenden başka bir neden gösterir.Bahane bulma,kabul görmeyecek güdülerin yarattığı kaygıyı önlemek ya da ondan kaçınmak için kullanılan en yaygın savunma mekanizmasıdır.Ayrıca,bir hedefe ulaşamadığımız zaman bundan duyduğumuz hayal kırıklığını hafifletir,(zaten bunu istemiyordum,artık istemiyorum).Bu mekanizma ile ilgili şöyle örnekler verilebilir:
Bahane olarak hoşlanmak ya da hoşlanmamak:”Davet edilseydim de partiye gitmezdim.Kalabalığı sevmem”.Burada,kişinin partiye gitmemesinin asıl nedeni,davet edilmemiş olmasıdır.Davet edilmemenin yarattığı hayal kırıklığına bahane olarak kalabalığı sevmemek öne sürülmektedir.
Bahane olarak başka insanlar ve koşullar: “Oda arkadaşım beni uyandırmadı”.”Yapacak başka çok şeyim vardı”.Bu iki cümlede yer alanlar,bireyin davranışının gerçek nedeni değildir.Gerçekten ilgili olan bireyler,çalar saat kurar ya da zaman bulurlar.
KARŞIT TEPKİ GELİŞTİRME: Kişinin çatışmalı durumlarla uğraşmasının diğer bir yöntemi de bir güdüyü gerçekte olduğunun tam karşıtı gibi algılamasıdır.Gerçek güdü,kabul edilemeyecek nitelikte olabilir ve kaygı doğurur.Bu güdüyü gerçek niteliğinin karşıtına dönüştürerek algılama,onu kabul edilebilir hale getirecek ve böylece yüzeysel bile olsa çatışma çözülecektir.Yaşlı annesiyle yaşamak ve ona bakmak zorunda olduğundan bir türlü evlenemeyen bir kadının durumuna bakalım.Bu engellenme içinde kadın,annesine içerleyecek ve belki de ondan nefret edecektir.Ancak,bu,kabul edilemeyecek bir düşünce olduğundan,yerine tam karşıtı bir düşünce gelişecek ve kendisini annesini çok sevdiğine inandıracaktır.
Çevrenizde herkesi memnun etmek için aşırı çaba gösteren kişiler vardır.Bu kişilerin gerçek güdüsü,insanları memnun edememe korkusu olabilir.Ya da kişi aşırı derecede iyiyse insanlara duyduğu düşmanlığın karşıtını gösteriyor olabilir.
YANSITMA(BAŞKALARINI SUÇLAMA): Yansıtmada kişi,kabul edilemeyecek bir davranışından dolayı duyacağı suçluluk duygusundan bu davranışı bir başkasına atfederek ya da ona yansıtarak kurtulabilir.Başkalarına karşı nazik bir insan olmadığımızı,onları sık sık eleştirdiğimizi düşünelim.Bunu kabul etmekten hoşlanmayacaksınız.Eğer etrafınızdaki kişilerin kaba ve zalim olduğuna ikna olursanız,onlara sert davranmanız sizin kötü niteliklerinizden kaynaklanmaz.Sadece onlara hak ettiklerini veriyor olursunuz.
YER DEĞİŞTİRME: Burada,kişi,güdünün hedefini asıl hedef yerine başka bir hedef koyarak çarpıtır.Örneğin;işte patronuna kızan ve bu kızgınlığını ona açıklayamayan bir kişi,eve geldiğinde hiç yok yere çocuğuna bağırıp çağırabilir.Ya da yeni doğan kardeşini kıskanan bir çocuk,kardeşinin canını yakmak isteyebilir;bu,engellendiğinde ise düşmanlığını daha uygun bir nesneye,örneğin;bir oyuncak bebeğe yönelterek,onu kırıp parçalayabilir.
YÜCELTME: Toplumsal yönden kabul edilmeyen saldırgan veya cinsel eğilimler,bu mekanizma aracılığıyla biçim değiştirerek toplumun kabul edileceği alanlarda ifadelerini bulurlar.Erkeklerin ilgisini çekemeyen bir kadın,önemli bir ressam yada şair olabilir.Böylece,cinsel dürtülerini yüceltmiş olur.
ÖZDEŞİM KURMA: Özdeşim kurmada,başkası gibi duyma,düşünme ve davranma yoluyla onun ulaşmak istediği amaçlara ulaştığımızı yada ulaşacağımızı sanırız.Örneğin;önemli birisi ile arkadaş olmak,bize de önemli olduğumuz duygusunu verebilir.Bir çocuk,anne ve babası önemli kişiler olduğu için kendini önemli sanabilir.Ünlü bir şarkıcı ile özdeşim kurarak onun gibi giyinir ve onun gibi davranmaya çalışabiliriz.Bu yolla kendimizi önemli hissederiz.Tuttukları futbol takımı galip geldiğinde, bunu büyük bir coşku ile karşılayan ve sabaha dek kutlamalar yapan taraftarlar da gene takımlarıyla özdeşim kurarak sanki kendileri bir başarı kazanmış gibi sevinirler.
Yukarıda bazı savunma mekanizmalarını örneklerle tanıtmaya çalıştım.Günlük hayatta bunları hepimiz kullanıyoruz.Bu konuda kendinizi yada çevrenizdekileri yargılamayın ve kınamayın.Bu mekanizmalar,geçici de olsa kaygıyı hafiflettikleri için kullanılırlar.
Ancak,bunların sıklıkla kullanılması,sizin çevreyle uyumunuzu bozacak ve gerçeklik duygunuzu yitirmenize yol açacaktır.Daha önce de belirttiğim gibi kaygınız azalmış olabilir,ancak,bilinçdışınızda varolan çatışmalarınız çözümlenmediği için sorununuz olduğu yerde durmaktadır.

FREUD-PSİKANALİZ

FREUD- PSİKANALİZ

Freud, kişiliği bir enerji birimi olarak ele alır. Kişilik dinamik bir yapıdır.Fizikte olduğu gibi insanın tüm fizyolojik yapısı enerji tüketir ve dışarıdan enerji alır.Enerjinin olduğu yerde de hareket vardır. Enerji alıp tüketirken de insan kişiliğinde bir devinim söz konusudur.

Enerjinin dönüşebilir olması Freud’un kuramında önemli bir yer tutar. Aynı zamanda enerji yön de değiştirebiliyor. Freud kişiliği belli ögelere ayırarak ele alır. Bu ögelerin insan kişiliği içinde gelişebilmeleri için de enerjiye ihtiyaçları vardır. Freud’a göre kişilik; id, ego, süperego’dan oluşur. Her bir ögenin değerleri ve harekete geçme özellikleri vardır. Her bir kişilik ögesi aslında bir bütün olarak çalışırlar. Nadir durumlarda bu ögelerden biri öne geçer. Kişilik uyumu dediğimizde bütün olarak çalışmalarını kastederiz. Öyleyse insan davranışı, bu üç sistemin aralarındaki etkileşimin ortak ürünüdür.

İD: Temel ögedir. Ego ve süperego id’den ayrışır.İd, bir tür enerji deposudur. Doğuştan gelen içgüdüleri ve fizyolojik ögeleri de içine alır. İd, enerjisini çok yakın olduğu bedensel süreçlerden elde eder. Freud, id’e “ gerçek ruhsal enerji/varlık ” demiştir.Çünkü id, bireyin öznel dünyasını temsil eder. İd, kendisini rahatsız eden enerji birikimine dayanamaz, hemen boşalım elde etmek ister. Enerji boşaltımında kullandığı ilke “ hoşlanım( haz ) ilkesi ”dir. Acıdan kaçınıp, hoşlanım elde etmek için id’in emrinde iki süreç vardır.

• Refleks Eylemler; doğuştan var olan otomatik eylemlerdir. Gerilimi derhal giderirler. Göz kırpma, hapşırma vs.
• Birincil süreçler; daha karmaşıktırlar. Gerilimi azaltmak için gereksinme nesnesinin bir imgesini sanrı gibi zihinde oluşturur. Freud bu olgu için “ dilek doyumu ” deyimini kullanmıştır. Gece görülen rüyalar buna en iyi örnektir. Dilek doyumu sağlayan zihinsel imgeler id’in tanıdığı tek gerçektir. Yine de birincil süreç tek başına gerilimi boşaltmaya yetmez. Aç bir insan besin maddesinin imgesiyle doyamaz. Dolayısıyla “ ikincil süreçler ”devreye girmeye başlar. Böylece ego da biçimlenmeye başlar.

EGO: Organizmanın gereksinimlerinin gerçek, nesnel dünyaya uygun geçişler sağlayabilme ihtiyacından ( varlık bulur ) oluşur.Birey yavaş yavaş zihindeki imge ile gerçek imgeyi ayırt edebilmeyi öğrenmeye başlar. İd ile ego arasındaki temel ayrım; id yalnızca zihnin öznel gerçeğini bilir, ego ise zihinsel imgeyle gerçeğini ayırt eder. Gerçeklik ilkesinin amacı bir gereksinime doyum sağlayacak nesnenin bulunmasına kadar gerilim boşalımını sağlamaktır. Gerçeklik ilkesi, hoşlanım ilkesini geçici olarak askıya alabilir. Gerçeklik ilkesi bir yaşantının doğruluğunu ya da yanlışlığını araştırır. Gereksinme nesnesinin dış dünyada varlığını araştırır. İkincil süreç gerçekçi düşünme sürecidir. Çünkü ikincil süreç plan yapar, test eder, planın çalışıp çalışmadığına bakar. Freud buna “ gerçeğin test edilmesi ” demiştir. Ego, kendi rolünü yürütebilmek için tüm zihinsel işlevleri denetim altında tutmak zorundadır. Kendine doyum sağlayacak nesneleri seçer. Bu işlevleri sürdürürken de id, süperego ve dış dünya gerçekleri arasında bir denge sağlamak zorundadır. Bu da egoyu oldukça zorlar. Ego tüm gücünü id’den alıyor ve ondan bağımsız olamaz. Ego’nun en önemli görevi: organizmanın içgüdüsel istekleriyle çevre olanaklarını dengelemek; en üst düzey amacı ise bireyin yaşamının sürdürülmesi ve türünün devamını sağlamaktır.

SÜPEREGO: Kişiliğin son sistemi olarak gelişir. Çocuğa ana-baba tarafından aktarılan geleneklerin, toplum görüşlerinin içsel temsilcisidir. Ödül veya cezayla çocuğa kazandırılır. Kişiliğin ahlaksal yönüdür. Gerçekten çok ideale yöneliktir, mükemmeli yakalamaya çalışır. “ Doğru mu, yanlış mı ” , en çok bununla uğraşır. Toplumun ahlak değerleriyle hareket etmeye çalışır.
Ana-babanın onaylamadığını çocuğu yaparsa cezalandırılır. Cezalandırdığı her şey çocuğun vicdanında yer alır. “ Vicdan ” ve “ ego ideali ”süperegonun alt sistemleridir. Çocuğun yaptıklarının ödüllendirilmesi, ego idealinde yer alır. Bu iki sistemde “ içselleştirme ve özdeşleştirme ” mekanizmaları söz konusudur. Kişinin suçluluk duymasını sağlayarak cezalandıran; vicdan, kendisiyle gurur duymasını sağlayarak ödüllendiren; ego ideali’ dir.

Süperegonun İşlevleri:

1. İd’den gelen cinsel ve saldırgan tepkileri engellemek.
2. Ego’yu gerçek amaçlar yerine ahlaki amaçlara yöneltmeye çalışmak.
3. Mükemmellik için çaba göstermek.

İd ve egoya karşı çıkar ve dünyayı kendi imgelerine göre kurmak ister. Akılcı ve gerçekçi olmayışıyla id’e benzer. İçgüdüleri denetlemek istediği için de ego’ya benzer.
Ego’dan farkı: içgüdüsel hoşlanımı ertelemez, tamamen bloke eder.

• İd-ego-süperego farklı sistem ilkelerine uyan psikolojik süreçlere verilen isimlerdir. Ego denetimi altında bir bütün olarak işlevde bulunurlar. Kabaca denilebilir ki id kişiliğin biyolojik, ego psikolojik ve süperego da toplumsal yönüdür.

Freud’ a göre İÇGÜDÜ:

Içsel biyolojik uyarılmadır. Psikolojik anlatımına ise “ Istek ” denir. İçgüdü bedensel bir uyarılmadan kaynaklanırsa “ gereksinim ” adını alır. Gereksinim de istek de insanı davranışa iter. “ Tepi ” bir enerji biçimidir. Hem bedensel hem de ruhsal elemanları birlikte içerir. Tüm bunların ( güdü, dürtü, istek…) kişiliğin yönünü belirleyen özellikleri de vardır. Davranış üzerinde seçici bir denetim kurarlar. Organizma hem iç hem de dış uyaranlarla harekete geçebilir. İç uyaranlardan kaçabilmek daha zordur. Tüm bunlar bir araya gelerek kişilik için gerekli olan ruhsal enerjiyi oluştururlar ve id’de yer alırlar.

Bir içgüdünün dört temel özelliği vardır:

1. Kaynak: Hiç bitmez, amaç da öyle. Hep vardır.
2. Amaç: Bedensel uyarılmanın ortadan kaldırılması.
3. Nesne: Uyarılmaya doyum sağlayacak bir nesne.
4. İtici Güç: Gereksinimlerin yoğunluğu arttıkça itici güç de artar.

İçgüdülerin diğer özellikleri:

Gerileyici Özellik: Doyurulduğu zaman ilk noktaya döner.
Koruma Özelliği: Rahatsız edici durumları ortadan kaldırır.
Tekrarlanma Özelliği: Acıkırız, yemek yeriz, sonra yine acıkırız.

Nesnenin değişmesi ruhsal enerjinin “ yön değiştirme ”sine neden olur. Bir nesneye ulaşmamız engelleniyorsa doyum sağlayacak başka nesnelere yöneliriz. ( enerji yön değiştirir. )
Bir içgüdünün enerjisi sürekli olarak asıl gereksinim nesnesi yerine geçer, bir nesneye yönelirse bunun sonucu ortaya çıkan davranışa “ içgüdü türevi ” denir.
Freud iki tür içgüdüden bahsetmiştir. Bunlar:

v YAŞAM İÇGÜDÜLERİ: Bireyin yaşamın ve türünü sürdürmesini sağlarlar.
Açlık, susuzluk, cinsellik vs. Yaşam içgüdülerini çalıştıran enerjiye de “ libido ” demiştir. Cinsellik içgüdüsünün devinimiyle insan davranışlarını açıklamaya çalışmıştır. Freud’ a göre cinsel içgüdü bir içgüdüler toplamıdır. Her bir isteğin kaynaklandığı bedensel bölgeler farklıdır Bu bölgelere “ erojen bölgeler ” adını vermiştir. Erojen bölgeler dokunulduğunda hoşlanım duygusu veren, bedenin duyarlı deri ve mukosa kısımlarıdır. Emme; oral hoşlanım, dışkılama; anal hoşlanım, dokunma, ovma , sürtme; cinsel hoşlanım yaratır.

Çocuklukta cinsel içgüdüler bağımsızken, ergenlikte üremeye yönelik birlikte hareket ederler. İnsanı canlı kılan, yaşama bağlayan içgüdülerdir.

v ÖLÜM İÇGÜDÜLERİ: Yıkıcı güçlerdir. Ölüm içgüdüleri daha gizil, daha
derindedir. Ölüm içgüdüleri hakkında bilinenler daha azdır. Her insan ölümlü olduğunu bilir. Yaşam, ölüme giden dolaylı bir yoldur. Her insanda gizil olarak bir ölme isteği vardır.
Freud ölüm içgüdüsünü Fechner’in “ tüm yaşayan süreçler sonuçta madensel dünyanın sürekliliğine dönüşürler ” ilkesi üzerine kurmuştur.
Saldırganlık ölüm içgüdüsünün önemli bir türevidir. Ölüm içgüdüsünün iç noktası bireyin bu yıkıcı güçleri kendine yöneltmesi ve kendini yok etmek istemesidir. Yaşam içgüdüleri bireyin yıkıcı gücünü dış çevreye yöneltmesine neden olurlar. Yaşam içgüdüleri, ölüm içgüdüleri ya da bunların türevleri birbirlerinin yerine geçebilir, birbirlerini etkisiz de kılabilirler. Sevginin yerini şiddetin alması gibi.

RUHSAL ENERJİNİN DAĞILIMI VE KULLANIMI

Enerji, kişilik ögeleri arasında paylaşılarak kullanılır. Bazen sistemlerden biri tüm enerjiyi ele geçirip, diğer sistemlerin güçsüz kalmasına neden olabiliyor. Aslında enerjinin tüm kaynağı iddir. İd, refleks eylemler ve birincil süreçler sayesinde bu enerjiyi doyum elde etmek için kullanıyor. Enerjinin bir içgüdüye doyum sağlayacak bir eyleme ya da imgeye yönelmesine “ Içgüdüsel nesne seçimi ” denir. Bir imgeden diğerine kolayca kayabilir. Farklı olan bu nesneler id için aynıymış gibi işlev görür. Aç olan bebeğin parmağını, emziğini ya da biberonunu emmek arasındaki farkı ayırt etmemesi gibi.

Egonun böyle bir enerji kaynağı yoktur. Enerjisini id’den “ özdeşleşme ” yoluyla alır. İd, öznel imgeleme ile nesnel gerçek arasında bir ayrım yapamaz, bir nesnenin imgesini yakalayınca bunu nesnenin gerçeğini yakalamış gibi yaşar. Ancak zihinsel imge bir gereksinime gerçek bir doyum sağlayamadığı için kişi zihinsel dünya ile dış dünyayı birbirinden ayırmada zorlanmaya başlar. Böyle bir gereksinmeye doyum sağlayabilmek için nesnenin zihindeki imgesiyle dış dünyadaki halini ikincil süreç aracılığıyla eşleştirmek gerekir.
Zihindeki imgeyle dış dünyadaki halinin eşleştirilme “ özdeşleştirme ”denir. Birincil sürecin kaldırılıp, onun yerini ikincil sürecin almasına olanak sağlar. İkincil süreç gerilimi azaltmada daha başarılıdır. Egonun gerçekleştirdiği nesne seçimleri böylece biçimlenmeye başlar. Egonun nesneleri daha gerçekçidir. Ego, daha fazla yeterlilik sağladığı için id’in enerji deposu üzerinde tekel kurmaya başlar. Tekel kurmak göreceli bir kavramdır aslında, çünkü ego içgüdülere doyum sağlamakta başarısız olursa id enerjisini geri çekmeye başlar. Ego bir kez enerji elde ettiğinde bunu çeşitli amaçlar için
kullanır.

• İkincil süreçlerle içgüdülerin doyurulmasında.
• Çeşitli psikolojik süreçler için ( algılama, ayırt etme, genelleme… ) .
• İd’in içgüdüsel ve akıldışı isteklerini engellemek için. Bu alıkoyucu güçler “karşıt obje seçimi ”olarak adlandırılır.
• İd egoyu daha fazla tehdit ederse savunma mekanizmalarını kullanmak için. ( Bunlar süperegoya karşı da kullanılır. )
• Yeni nesne arayışları için.
• Ego, kişiliğin yürütme organı olarak üç sistemin dengelenmesi için de enerji harcar. Bu denge sağlanırsa egonun dış dünyayala olan ilişkileri sağlıklı olarak yürür.

Özdeşleşme süperegonun da enerji sağlamasına yarar. Çocuk anne-babasının gücüne sahip olabilmek için onlarla özdeşleşir ve süperegonun oluşmasını sağlar. Süperego bu enerjiyi kullanarak id’in içgüdüsel isteklerine karşı koyar. Enerji egoya ve süperegoya bir kez geçince karmaşık içgüdülerin, güdülerin, karmaşık güçlerin alıkoyucu, engelleyici etkileşimi devam eder.

Ego, kişiliği akıllıca yönetebilmek için hem id’I hem süperegoyıu gözetmeli, hem de dış dünya ile bağlantı kurmalıdır.
Eğer id enerjinin büyük bir kısmını ele geçirmişse insan davranışları tepkisel ve ilkeldir. Eğer süperegoda ise kişinin davranışları ahlaki görüşün denetimindedir.

20 yaşına kadar bu kişilik akışı ani değişimler gösterir. 20’den sonra ise daha tutarlı ve düzenli bir enerji akışı gerçekleşir. Enerjinin yer değiştirmesi kişiliği dinamik kılar. Kişilik dinamiği, daha çok bireyin gereksinimlerinin karşılanması için dış dünyadaki nesnelere geçiş sağlaması yoluyla gerçekleşir. Dış dünyada doyum nesneleri kadar tehdit edici nesneler de vardır. Eğer dış çevrede bireyin başa çıkamayavağı tehditler varsa birey korkar.

Ego denetimi altında tutamayacağı yoğun uyarılmalar karşısında kaldığında “anksiyete ” duygusunun saldırısına uğrar. Freud 3 tür anksiyeteden söz eder:

1. Gerçeklik Anksiyetesi: En temel türüdür. Dış dünyadaki gerçek tehlikelerle karşılaştığımızda duyulan korkudur. Diğer anksiyeteler bu gerçeklik anksiyetesinden doğar.
2. Nevrotik Anksiyete: İçgüdülerin denetim altından çıkıp, kişinin daha sonra cezalandırılabileceği davranışlarda bulunabilmesine sebep olabileceğinden duyulan korkudur. Birey, içgüdünün kendisinden değil, doyum sağlamasından ve bunun sonucunda da cezalandırılmaktan korkuyor. Gerçekle bir ilişkisi de var aslında. Geçmişte içgüdüler denetimi kaybedip, doyum sağladıklarında ana-baba ya da dış dünya tarafından cezalandırılmıştır.
3. Törel Anksiyete: Kişinin kendi vicdanından korkmasıdır. İyi gelişmiş süperegosu olan kişi yetiştirildiği ahlak davranışlarına aykırı bir davranışta bulunduğunda ya da bulunmayı düşündüğünde, hayal ettiğinde suçluluk duyar. Törel anksiyetenin de gerçekle bağlantısı vardır. Çünkü geçmişte aykırı davranışları cezalandırılmıştır ve şimdi de vicdanı, suçluluk duygularıyla onu cezalandırmaya devam eder.

Anksiyetelerin işlevi; yaklaşmakta olan tehlikeye karşı bireyi uyarmaktır. Ego tamamen alt edilmeden önce tehlikeye karşı uygun tedbirler alması için uyarılır. Anksiyete açlık, susuzluk gibi bir gerilim durumudur., ancak onlardan farklı olarak genellikle dış nedenlerden kaynaklanır. Birey çok fazla tehdit hissediyorsa ondan kaçabilir, tehlikeli tepileri bastırabilir ya da vicdanın gösterdiği yolda ilerler. Anksiyete etkili tedbirlerle denetim altında tutulamazsa son derece sarsıcı, travmatik olabilir. Freud'a göre insan yaşamında sonradan ortaya çıkan travmaların temeli, doğum travmasıdır. Bu nedenle bebek, egosu gelişinceye kadar korunma gereksinmesi duyar.

Ego, akılcı yöntemlerle anksiyete ile başa çıkamazsa bu kez gerçek dışı çözümler bulmaya çalışır. Bunlara “ ego savunma mekanizmaları ” denir.

Freud, kişiliği gelişim açısından inceleyen ilk kuramcıdır. Freud’a göre kişilik ilk 5 yılda gelişir ve sonraki gelişim bu temel yapının işlenmesinden ibarettir. Freud, kendisine psikanaliz için başvuran hastalarını gözlediğinde nörotik davranışlarının temelinde çocukluk yaşantılarının çok önemli olduğunu görüyor. Kişilik, gerilim yaratan 4 ana kaynağa tepki olarak gelişir:

1. Fizyolojik büyüme süreçleri
2. Engellenmeler
3. Çatışmalar
4. Tehdit edici güçler



Freud’un Gelişim Dönemleri

Freud’a göre; kişilik ilk 5 yılda oluşur ve daha sonraki yıllarda işlenir. 6. yaşta bir durgunluk başlar, kişilik dinamikleri daha dingin hale gelir. Ergenlikle kişilik dinamikleri yeniden canlanır ve yetişkinliğe doğru tekrar durulur.

1. Oral Dönem: ( 0-2 ) yaş
Haz kaynağı ağızdır. ( Besin almak ) Dudaklar, ağız boşluğu, yutma şeklinde işler. Eğer besin maddesinden hoşlanılmazsa tükürülür. Diş çıkarmaya başlayınca ısırma ve tükürme işin içine girer. Bu yapılar daha sonra kişiliğin karakterini belirler. Ağzın dolmasından hoşlanım bilgi edinme, eşya depolama ve bunlardan haz almaya dönüşebilir ya da kolayca aldatılabilir, her şakaya kanabilir. Yani, “ oral saplanım ” görülebilir.
Bu dönemde anneye bağlılık çok ön plandadır. Bağımlılık duyguları bu dönemde oluşur ve yaşam boyu da sürer. En zor giderilen duygudur. Egonun gelişmesinden sonra bile bireyin kaygılı, korkulu, güvenini yitirdiği dönemlerde bu bağımlılık duyguları tekrar görülür. En aşırısı ana rahmine dönme isteğidir.

2. Anal Dönem: ( 2-3 ) yaş
Besin maddeleri sindirildikten sonra kalan artıklar bağırsağın son bölgesinde birikir ve anüs bölgesindeki kaslar üzerine basınç yapar. Bunun sonucunda dışkılama yapılır ve rahatlama sağlanır.
İki yaş civarında başlayan tuvalet eğitimi bu dönemde büyük önem kazanır, çocuğun kişiliği üzerinde kalıcı izler bırakır. Çocuğun içgüdüsel olan bu dürtüsünün bazı kurallarla kontrol edilmesi istenir. Böylece çocuk boşaltımdan duyacağı hazzı ertelemeyi öğrenir. Annenin tutumları tuvalet eğitiminde ve çocuğun kişiliğinde bırakacağı etkilerde önemlidir.
Anne Tutumları:

• Anne kuralcı, titiz, katı ise çocuk dışkısını tutmaktan kabız olabilir. Tüm davranışlarını etkilerse çocuk tutucu bir kişilik geliştirir. İnatçı, cimri, sinirli olur.
• Anne baskıcı ise çocuk olur olmaz yerlerde anneyi cezalandırmak için dışkısını boşaltır. İlerde ise eziyet etmeyi seven, dağınık kimlik özelliği geliştirir.
• Anne teşvik edici ise çocuk dışkılama olayının önemli olduğunu anlar. İleride üretken ve yaratıcı olur.

3. Fallik Dönem: ( 3-6 ) yaş
Bu dönemde cinsel organların işlevleriyle ilgili, cinsel ve saldırgan duygular önem kazanır. Mastürbasyon dönemin en egemen işlevidir.
Ø Oedipus Karmaşası: Farklı cinsten ebeveyne karşı cinsel içerikli duyguların olmasıdır. Bu duygular mastürbasyon yaparken çocuğun fantezileriyle ve ana-babaya karşı birbirini izleyen sevgi, başkaldırıcı hareketlerle anlatım bulur.
3-5 yaşındaki çocuklar bu karmaşanın etkisi altındadır. 5. Yaştan sonra ya ortadan kalkar ya da bastırılır. Ama yaşam boyu kişiliği etkilemeye devam eder. Karşı cinsle ve otorite figürleriyle olan ilişkiler Oedipus karmaşasının yaşanış biçiminden etkilenir. Oedipus karmaşası kız ve erkek çocuklar tarafından farklı yaşanır:
• Önceleri her iki çocuk için de anne önemlidir. Çünkü anne, besleyen,
büyütendir. Erkek çocuğun bu duygusu daha sonra da sürerken kız çocuğun duyguları değişir.
• Erkek ( Oedipus ) : Erkek çocuğun annesine beslediği cinsel
içerikli duyguları ve babasına karşı duyduğu öfke çocuğun ana-babasıyla çatışmasına neden olur. Baş düşmanın ( babanın ) kendisine zarar vereceğini düşünür. Bu bir bakıma doğrudur çünkü baba cezalandırıcıdır. Babanın kendisini cinsel organından yoksun bırakacağından korkar. Freud bu korkuya “ kastrasyon anksiyetesi ” demiştir. Bu korku, anneye duyulan cinsel içerikli isteğin, babaya duyulan öfkenin bastırılmasına ve baba ile özdeşleşmeye yardımcı olur. Babayla özdeşleştiği an aynı zamanda annesine karşı olan duygularına da doyum sağlayacaktır. Bu bastırma süperegodaki en son gelişimdir. Freud’a göre süperego erkek Oedipus karmaşasının mirasçısıdır. Çünkü süperego ensest ilişkilere ve saldırganlığa karşı koyan bir siperdir.
• Kızlar ( Electra ) : Kızlar, erkeklerden farklı bir cinsel organa sahip
olduklarını görünce, anlayınca düş kırıklığına uğrarlar. Bu durumdan annesini sorumlu tutar. Bu nedenle de annesi bir sevgi nesnesi olmaktan çıkar, tüm sevgisini babaya yöneltir. Çünkü baba değerli bir organa sahiptir. Babasına ve diğer erkeklere bir kıskançlık duyar. Freud buna “ penise imrenme ” diyor. Kız çocuk erkek doğurursa bu korku büyük ölçüde giderilir.

Kadın-erkek psikolojisi ararsındaki en önemli fark budur.

4. Latent Dönem: ( 6-12 ) yaş
Bu dönemde cinsel içgüdüler uykudadır. 5. yaştan sonra çocuk yoğun bir dinginlik içine girer. Bu da erginlik dönemine kadar sürer.



5. Genital Dönem: ( 12-+) yaş
Bu dönem öncesinin nesne seçimleri doğaları itibariyle narsistiktir. Birey kendi bedenini uyararak doyum sağlar. Bireyler sadece kendi bedeninden aldığı doyuma bazı hoşlanımlar katabilirler. Ergenlik döneminde özseverci duyguların bir kısmı gerçek nesne seçimlerine yönelir. Ergen diğer insanları yalnızca özseverci araçlar diye değil, onları düşünerek sevmeye başlar.
Cinsel çekicilik, toplumsallaşma, grup etkinlikleri, meslek planlaması ve yuva kurma isteği belirir.
Ergenliğin sonuna doğru toplumsallaşmış ve diğer insanları düşünerek yapılan nesne seçimleri oldukça tutarlılık göstermeye başlar. Artık birey hoşlanım arayan özseverci çocuktan, gerçeklere yönelik toplumsallaşmış yetişkine dönüşür.
Genital öncesi tepiler, genital dönem tepileriyle yer değiştirmemiştir. Oral, anal, fallik dönem tepileri genital dönem tepileriyle birleşmiş, kaynaşmıştır.
Genital dönemin en önemli ve belirgin işlevi üremeye yöneliktir. Psikolojik süreçler ise bu işlevin başarılmasına yardım eder.

2 Haziran 2011 Perşembe

Hmmm

Blogta bdsm hakkında yeni içerikler daha doğrusu bdsm içinde olan bazı konu ve başlıklarla devam etmek istiyorum.Bunlardan biri slap-spanking yani slap(tokat,şaplak,popoyu şamarlamak) whipping (kamçılama,kırbaçlama)...
Her ikisi de genelde cezalandırmak için uygulanan eylemlerdir.Spanking  ceza durumunda genelde ceza uygulanacak kişi dize paralel yatırılır ve poposu çıplak olacak şekilde iken popoya değişik şiddette ve sayıda şaplak atılarak uygulanır.Bazıları sert ve seri şaplaklar uygular bazıları ise tane tane ve aralıklı.Genel maksat popo kızarana ve sonrasında yanmaya başlayana kadar durmamak ve şaplak atarak köleyi ya da uygulanmasını isteyen kişiye bir nevi ceza seansı uygulamaktır.
Bunun bir diğer şekli ise whipping dediğimiz kamçı,kırbaç,sopa,yassı (masa tenisi raketi düşünün) benzeri şeylerle yine popoya uygulanan ama spanking-şaplak gibi popoyla sınırlı kalmayan vücudun değişik yerlerine de uygulanan (kol,bacak,göğüs,popo,ayak tabanı,sırt gibi) bir ceza ya da eziyet yöntemidir.
Whipping diğerine (spanking'e) nazaran daha sert diyebileceğimiz bir yöntemdir,duruma göre ikisini de uygulayanlar vardır.Köle olmayıp sadece Spanking-Whipping yaptırmak isteyen,bundan zevk alan,ceza çekerek ruhunu dindiren kadın-erkekler de mevcuttur.Burada kişilerin bilinçaltındaki olay çocukluk dönemi ile alakalı diyebileceğimiz bir süreç ve psikolojiyi kapsar.
Çocukluk döneminde kişi ebevenyleri'nden çeşitli cezalar alabilir.Odadan çıkmama,televizyon izlememe,akşam yemeği yememe,dayak,kemerle dövülme,harçlığından kesme vb. gibi örnekler verilebilir.Bunlar genelde ebeveyn'nin çocuğa bir yanlış yaptığında,bir hata ya da kusur işlediğinde uygulanan cezalardır.Ödevini yapmama,eve geç gelme,komşunun camını kırma,yemeğini yememe,söz dinlememe vb. durumlarda ebeveyn çocuğa çeşitli disiplin cezaları uygular.
İşte bu noktada bilinçaltında geçmişte,çocukluğunda bu cezaları sık yaşamış kişiler slap-spanking olayına meğilli olurlar,tabiri caizse alt yapıları buna müsaittir ve ama sürekli ama periyodik olarak kadın ya da bir erkek tarafından,bilhassa otoriter biri tarafından bu şekilde bir yöntemle cezalandırılmak ve hem ruhsal hem bedensel rahatlamak ve deşarj olmak isterler.
Bir de yine bilinçaltında küçükken yaptıkları yaramazlık vb. karşısında cezalandırılma psikolojisi olduğu gibi bir de bunu tam tersi durum olup yine de cezalandırılmak isteyen kişilerde vardır.Bu ikinci grubun genel psikolojik eğiliminin nedeni ise,birinci gurubun aksine onlar küçükken ne yaparlarsa yapsınlar yine de onlara karşılığında sevgi gösterilmiş,aşırı tolerans gösterilmiş ve neticede neredeyse ceza-ödül nedir bilmeden büyümüşlerdir.Aynı şekilde bu gruptaki kişiler sosyal hayat,iş hayatı vb. pek çok ortamda yine hep takdir edilen,aradan sıyrılan kişiler olmuşlar ceza nedir görmemişlerdir.İşte onların bunu istemesinde ki amaç birinci gurubun aksine,hayat boyu tadmadıkları ceza hissini tadabilmek,sürekli yaşadıkları ödül,tolerans psikolojisinin verdiği sıkılmışlık ve tekdüzelikten sıyrılıp bir kez olsun cezalandırılıp,bak bu sefer yırtamadın şimdi cezanı çekeceksin durumunu yaşayabilmektir...
Dediğim gibi çeşitli nedenleri olmakla birlikte slap-spanking bir nevi ceza yöntemidir ve bdsm'den ziyade bilinçaltıyla alakalıdır.Bdsm ile alakası olmayıp,spanking-whipping yaşamak isteyen pek çok insan vardır.