8 Mart 2010 Pazartesi

CEHENNEM ATEŞİ KULÜBÜ VE KURUCUSU Francis DASHWOOD...

Dünyanın ilk sadist ve mazoşist gruplarını hiç farkında olmadan Osmanlılar finanse etmişti

"BDSM" kültürünün temelleri, bundan 250 yıl önce Osmanlı altınıyla atılmıştı. Toplu halde ilk sadomazoşist fantazilerin yaşandığı Cehennem Ateşi Kulübü’nü Londra’da kuran kişi, babasının Osmanlı ile yaptığı ticaret sayesinde edindiği servete konan İngiliz mirasyedi Francis Dashwood idi. İngiliz Kralı’nın postacıbaşı olan oğul Dashwood’un kendisi de, Osmanlı hayranıydı.


İnternetin en çok tercih edilen arama motoru Google, geçtiğimiz hafta yayınladığı bir araştırmada, son dönemde dünya çapında en çok aranan kelimeleri açıkladı. Zeitgeist (zamanın ruhu) adı verilen ve günümüzde en çok merak edilen, en fazla ilgi çeken kişi, nesne ve kavramları gözler önüne seren listede bir kelime grubunun hızlı yükselişi dikkat çekti. Buna göre "BDSM" kelimesi, "USA" (ABD) veya "NBA" (Amerikan Basketbol Ligi) gibi geçmişin en çok aranan kısaltmalarının önüne geçti. Peki nedir bu BDSM?


Açılımı Bondage-Discipline-Sadism-Masochism (Bağlanma-Disiplin-Sadizm-Mazoşizm) olan BDSM, genellikle cinsel ve çoğunluğa göre sapkın- bir davranış tarzıyla özdeşleştirilse de, uzmanlar bir hayat tarzı olarak görülmesi gereken bu altkültürün mutlaka seks ile bağlantılı olmayabileceğini vurguluyor. BDSM’nin öngördüğü acı, fiziksel zorlama ve kölelik, her iki tarafın rızasıyla ve iki tarafın da zevk alma isteğiyle gerçekleştiği için, muhtemel uygulamalar suç teşkil etmemek zorunda.

Sadizm ve mazoşizmi son yıllara kadar psikiyatrik bir hastalık olarak gören tıp uzmanları da, son yıllarda tavır değiştirdiler. Akıl Hastalıkları Teşhis ve İstatistik El Kitabı’na (DSM-IV) göre de "fantaziler, cinsel arzular ve davranışların; ancak klinik anlamda belirgin bir strese yol açması, sosyal, mesleki veya diğer önemli alanlarda kişiye zararlı olması halinde" sadizm ve mazoşizmin ruhsal bir bozukluk olarak kabul edileceğini belirtiyor.

Yüzyıllardır yeraltında hapsedilen BDSM kavramının bugünlerde niye bu kadar popüler olduğu sorusunun cevabını sosyologlara bırakıp, bu kültürün kökeni konusundaki ilginç bir gerçeği açıklayalım: İngiliz asilzade Francis Dashwood’un kendisiyle aynı ismi taşıyan babası, 18. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu ve Çin ile yaptığı ticaret sayesinde çok büyük paralar kazanmıştı. O dönemde sapkın addedilen her türlü faaliyette bulunmaya başlayan mirasyedi oğul Dashwood’un bu paralarla kurduğu Cehennem Ateşi Kulübü’nde sadece BDSM’nin değil, satanizmin de temelleri atıldı.


1708 yılının aralık ayında Londra’da dünyaya gelen Le Despencer’in 15. Baron’u Francis Dashwood, aristokrat bir ailenin tek oğlu olarak son derece rahat bir ortamda bulundu. İngiltere’nin bugünkü başbakanı Tony Blair’in çocuklarının da gittiği Eton College’da okudu. Burada ileride başbakan olacak olan William Pitt gibi önemli isimlerle tanıştı. 16 yaşında babasını kaybettikten sonra, 1726 yılında Avrupa’yı dolaştı.

O dönemde, özellikle İngiliz soylularının genç erkekleri, "Grand Tour" adı verilen ve Avrupa’nın önemli şehirlerini kapsayan bir geziye çıkarak hayat tecrübesi kazanırlardı. Grand Tour geleneği, 1660’lı yıllardan, Avrupa’nın demiryolu ağlarıyla örüldüğü 1820’lere kadar sürdü. Francis Dashwood da, Paris ve Cenevre üzerinden Floransa’ya, oradan da Roma’ya geçti. Roma’da ve Güney İtalya’da gördüğü son arkeolojik buluşlar onu çok etkiledi. Yıllar sonra kurduğu marjinal kulüplerde topladığı paralarla, Osmanlı topraklarına gelip Ege’deki antik kentlerde kazılar yaptırmasının ve özellikle İyon sanatıyla ilgilenmesinin nedeni de budur.





BOHEMLERLE UYUŞAMADI




Dashwood, Avrupa turunu tamamlayıp Londra’ya döndüğünde, çalışmak zorunda olmadığını gördü. Osmanlı Devleti ve Çin ile yaptığı ticaretle büyük bir servet kazanan babası ölünce, tüm miras ailenin tek oğlu olan Francis Dashwood’a kalmıştı. Dashwood, İngiltere’ye döndükten hemen sonra, Avrupa’yı gezerken gördüğü ve gülünç bulduğu dini gelenekleri tiye alacak bir vakıf kurmaya karar verdi. Avrupa’nın dört bir yanındaki Hıristiyan evliyanın kanaatkar hayat tarzlarını, hoşgörülü, fakat hazin mizaçlarını gülünç buluyor, tüm bunların daha mutlu, şenlikli, bohem bir toplumla uyuşmadığını seziyordu. Bu yüzden Avrupa’nın birçok kasabasında rastladığı Hristiyan türbelerine nazire yaparcasına kurduğu isimsiz kulüp, dini inançlara bir taşlama mahiyetindeydi.

ASİLLER KULÜBÜ

İngiltere o dönemde tüm kurumlarıyla bir yeniden yapılanma sürecinden geçiyor, devletle birlikte toplum da köklü bir değişim yaşıyordu. Ekonomik canlanmayla birlikte özellikle soylular, giderek daha rindane bir hayatın esiri oluyorlardı. Bu ortamda özellikle Londra’da mantar gibi çoğalan kulüpler, barlar, dans salonları ve genelevler, her geçen gün daha çok müşteri çekiyor, rekabet kızıştıkça bu mekanlarda sunulan hizmetler de çeşitleniyor, aşırılaşıyordu.

Dashwood’un isimsiz kulübü, önceleri sadece bir dernekti ve çok fazla ilgi çekmemişti. Nitekim mirasyedi asilzade, kendisini bir süre için siyasete vermişti. Bu dönemde İngiltere Kralı’nın postacıbaşılığına kadar yükseldi. Bu vesileyle Krallık’ın Kuzey Amerika’daki kolonilerinde yaşayan devlet adamı ve mucit Benjamin Franklin ile tanıştı. Dashwood ve Franklin, beraber çalışarak yazdıkları "Ortak Dua Kitabı Özeti"ni 1773 yılında anonim olarak yayınladılar. Bu sayede, çok uzun süren kilise ayinlerinin kısaltılmasını amaçlıyorlardı. Dashwood bir yandan da, 1773 yılından ölümüne kadar sürdüreceği Foundling Hastanesi fahri başkanlığını yürütüyordu.

Hazcı hayat tarzından ise hiç vazgeçmemişti. Buckinghamshire’da 1740 yılında inşasına başladığını West Wycombe Park adlı kır evini görenler, bu gerçeği daha iyi anlayabilir. Saray yavrusu evin bir duvarında, Dashwood’un Osmanlı sultanları gibi giyindiği neşeli bir portresi mevcuttur. 18. yüzyıl İngiliz mimarisinde paladyen ve neoklasik etkilerin ilk kez görüldüğü yapının kendisi ise, bir tapınak gibidir. Evin çevresinde de, bölgeye bir külliye havası veren ve küçük tapınakları andıran diğer unsurlar bulunur. Kısacası hem iç, hem de dış süslemeleriyle epiküryen bir hayat tarzını haber veren ev, Dashwood’un din takıntısını bir kez daha gözler önüne serer.

Günlük hayatından sıkıldıkça kendini kulüplere veren Sir Dashwood, bu evin yapımından birkaç yıl önce, 1734 yılında kurduğu Dilettanti Derneği ile yeniden ilgilenmeye başladı. Antik Yunan ve Roma sanatı çalışmalarını destekleyen dernek, daha önce Grand Tour’a katılmış bir grup İngiliz asilzadesi tarafından kurulmuştu. Dashwood’un liderliğini yaptığı dernekte birçok önemli dük ve düşes vardı. Bir dernek üyesi, kendisine ek servet getirecek bir hadise vuku bulduğunda, mesela zengin biriyle evlendiğinde, servetinin yüzde 4’ünü derneğe bağışlamak zorundaydı. Dernek bu sayede kısa sürede önemli bir ekonomik güce kavuştu.


OPERAYA DESTEK


Derneğin amacı, İngiltere kamuoyunun zevkini şekillendirmek, inceltmekti. 1740’lardan itibaren İtalyan operasını desteklemeye başladılar, 1750’lerde İngiliz Kraliyet Akademisi’nin kurulmasına önayak oldular. Burs verdikleri gençler Avrupa’da Grand Tour’a katıldı veya Richard Chandler, William Pars, Nicholas Revett gibi ünlü arkeologlar kazıları için bu dernekten finansman sağladı.

Dilettanti’nin masum bir sanat hamisi olmadığını, dernek içinde türlü sapık ilişkilerin yaşandığını savunanlar olsa da, tüm bunlar yine Dashwood’un kurduğu Cehennem Ateşi Kulübü’nün ispatlanmış sapkınlıkları tarafından gölgelenip unutuldu. Dashwood’un yıllar önce Avrupa’nın koyu Hristiyan azizlerine taşlama amacıyla kurduğu isimsiz dernek, kısa bir süre sonra ün kazanmıştı.

Aslında Cehennem Ateşi Kulübü, kurucuları tarafından asla bu isimle anılmadı. Sir Francis Dashwood, 1746 yılında kurduğu kulübünü, "Wycombe’li Aziz Francis Şövalyeleri" yahut "Medmenham Keşişleri" diye anıyor, dernek binası bir Protestan azizinin sözde mezarıymış gibi davranarak esrarlı bir merak yaratıyordu. Fakat kulüp, halk arasında "Cehennem Ateşi Kulübü" diye anılmaya başlayınca, Dashwood buna itiraz etmedi; zira bu isim orijinal isimden bile daha çok ilgi çekiyordu. Bunun nedeni, daha önce aynı isimde birkaç kulübün kurulup zorla kapattırılmış olmasıydı. Bu kulüplerde satanist ayinler yapıldığı söylenir, en uç seks fantazilerinin pervasızca yaşandığı anlatılırdı.

Bazı uzmanlar ise, Avrupa turu sırasında İtalya’da mason localarıyla tanışan Dashwood’un bu tür bir organizasyon kurmaya niyetlendiğini ifade ediyor. Gerçekten de Dashwood, 1739 yılında İtalya’ya bir kez daha gitmiş, mason localarıyla irtibata geçmişti. Yeni seçilen Papa’nın 1738 yılında Hür Masonları yasaklamasının ardından Floransa locasının İngiliz Büyük Üstadı Lord Raynard, Engizisyon tehdidiyle karşı karşıya kalmıştı. Tüm bunlara şahit olan Dashwood ülkesine döndüğünde, babası İngiltere’de başsavcı olan Lord Raynard’ın yardımıyla örgütlenme girişimlerine başladı.

İngiltere’de, daha 20 Şubat 1720 gibi erken bir tarihte yayımlanan bir muhaberede şöyle deniyor: "Cehennem Ateşi kulüpleri, sizin de tahmin edebileceğiniz gibi, dini küçük bir şey gibi görüp aşağılayan, daha şeffaf bir habisliği amaçlıyor. Bunu da güya Şeytan’ın tepesinde ilahi aleme uçacakları doğal bir tekamül vesilesiyle yapmak istiyorlar. Teslis inancında özellikle Kutsal Ruh’a saldırıyorlar. Ama Tanrı’nın adaleti, onların üstün eğitimine rağmen tecelli edecektir. Genelde müşfik ebeveynler tarafından, sanat konusunda eğitilip akademiye gönderilmişlerdir.

PAZAR GÜNÜ KUMAR


Fakat okuldan saygın bir akademisyen değil, dine küfreden, her türlü utanmazlığı yapabilecek kişiler olarak çıkarlar. Sonraları bir araya geldikleri meclisler de, mesela savcılık makamına kadar yükselmiş bir hovardanın her tür küfrü işlediği, pazar günleri de kart oynayıp zart attığı adi yerlerdir."

Muhaberede "küfür işlemek" diye kestirip atılan aykırı faaliyetler arasında, sadece dine hakaret değil, cinsel marjinalizmin en uç boyutları da vardı. İrlanda’da sadece kadın peşinde koşan kart zamparaların toplándığı sıradan çöpçatanlık meclisleri olan cehennem ateşi kulüpleri, İngiltere’de Dashwood’un kurduğu dernek çatısı altında birleştikten sonra zıvanadan çıktı. Dashwood’un Cehennem Ateşi Kulübü’nün seçkin temsilcilerden oluşan 13 kişilik bir çekirdek meclisi vardı. Meclis başkanı, elbette, gerçek hayatta da milletvekili olan Dashwood’du. "Havari" olarak anılan ve bu sayede Dashwood’a bir tür "Hz. İsa’lık" payesi veren diğer üyeler arasında, bir dönem Kraliyet Donanması’na kumanda eden Lord Sandwich, ünlü siyasetçi John Wilkes, ressam William Hogarth ve şairler Charles Churchill, Paul Whitehead ve Robert Lloyd vardı. Benjamin Franklin de bu dönemde Dashwood’u evinde ziyaret etmiş, fakat dernek aktivitelerine katılmamıştı.

Dashwood, 1751 yılında Thames Nehri kıyısındaki Medmenham Manastırı’nı dernek faaliyetleri için kiraladı. Manastır, West Wycombe’deki kır evine çok yakındı. 12. yüzyılda yapılmış manastır, Katolik mezhebine mensup "Beyaz Keşişler" tarafından kullanılmış, reform döneminde "laikleştirilip" Tudor malikanesi yapılmıştı. Dashwood, 18. yüzyılda yeniden moda olan gotik üsluba göre manastırı yeniden düzenledi. Artık bir "loca" olarak gördüğü derneğinin karargahı haline getirdiği manastırın girişine sonraları Aleister Crowley’nin ismiyle anılacak olan "Do as thou wilt" (Dilediğin gibi yaşa’ vecizesini yazdırdı. Manastırın içi de, dışı gibi, Roma ve Mısır tanrı ve tanrıçalarının heykelleriyle dolduruldu. Mesela yemek salonunda, Mısır’ın sessizlik tanrısı Harpokrat ile Roma’nın sessizlik tanrıçası Angerona’nın heykelleri vardı ve ziyaretçilere, "İçeride görüp duyduklarınızı dışarıda anlatmayın" mesajını veriyorlardı.

Dashwood’un pagan tanrılarına karşı ilgisi bununla da sınırlı değildi. Manastır dahilinde Bakkhos şerefine inşa edilen bir "tapınak," satirler, deniz kızları ve santurlar gibi giyinmiş oyuncuların animasyonu eşliğinde açılmıuştı. Dashwood, 1750 yılında da, manastırın altındaki mağaraları 10 kilometre uzaklıktaki evine bağlayan tünel ve mağaralar kazdırdı. Girişi porsuk ağaçlarıyla kaplı mağaralara alçak bir geçitten giriliyor, devasa bir sistem oluşturan onlarca mağara, bir süre sonra tek tek her bir "keşiş" için hücrelere dönüşüyordu. Bir tür yeraltı oteli olan bu mağaralarda keşişler, kadın konukları "eğlendiriyordu." Tüm mağaralar, tam ortada genişçe bir yeraltı salonuna açılıyordu. Çoğu tarihçi bu yeraltının salonunun grup seks için kullanılan bir holden başka bir şey olmadığını söylerken Gerald Gardner’a göre cevap bu kadar basit değil. Gardner, bu salonun ana rahmini temsil ettiğini, buradan "doğan" bir kimsenin tıpkı rahim ağzı gibi inşa edilmiş sistemi geçerek akan nehre girebildiğini, yani doğum sürecinin burada canlandırıldığını savunuyor
ŞARABIN KEYFİ


İngiliz kamuoyu ve ardından tüm Avrupa sosyetesi, Cehennem Ateşi Kulübü’nü bu masonik ve ezoterik göndermelerden ziyade, satanizm ve seksi içeren kahvehane dedikoduları vesilesiyle tanıdılar. Mesela rahibe kılığındaki fahişeler Londra’dan mavnalara bindiriliyor ve manastır yakınlarında iniyorlardı. Sözde "inzivaya" çekilmek veya keşişlere yardım etmek bahanesiyle mağaralara girdikten sonra rahibe kostümlerini bir kenara atıp seçkin konuklar huzurunda "sanatlarını" icra etmeye başlıyorlardı. Katolik kilisesinin cenaze törenleri ayininin satanistler tarafından yapılan bir parodisi olan "Black Mass" de, çırılçıplak soyunmış soylu kadınları üzerinde icra edilirdi. Özel inşa edilmiş mağaralar, BDSM kavramının ilk nüvelerini veren bağlama-asma-zorlama fantazileri için birebirdi. Roma tanrıçası Venüs’e tapan Dashwood, grup seks ayinlerinin "başrahibi" sayılıyordu. Daniel P. Mannix, Cehennem Ateşi Kulübü’nü anlattığı kitabında, "Burada grup seks bir meslekti, siyaset ise bir hobi" diyerek durumu özetlerken, Dashwood’un kireçtaşına oydurttuğu esrarengiz mağaraları da, "18. yüzyılın şehvet Disneyland’ı" olarak niteliyor.


Tüm bu söylentilerin ne kadarı gerçek, ne kadarı zengin bir hayalgücünün ürünü belirsiz. Fakat bizzat Sir Francis Dashwood, John Wilkes’ın sözlerini aktararak kulübü şöyle tanımlıyor: "Kadınların ve şarabın keyfini çıkarmak, şölensi toplántılara biraz daha çeşni katmak için sık sık bir araya gelen, Venüs ve Bakkhos’un mutlu müritleri olan bir dizi değerli, şen dost..."


Dashwood’un Cehennem Ateşi Kulübü bir yana bırakılsa bile, BDSM kavramının ilk örneklerinin yine 18. yüzyılda görüldüğü gerçeği değişmez. BDSM’nin tarihi daha geriye götürülecek olursa Kızılderililerin bir takım dini ritüellerine ve daha sonra da Ortaçağ’da iyileştirme amaçlı kırbaçlama uygulamalarına rastlanır. Fakat modern anlamda efendi-köle temelli fantaziler, ilk kez 18. yüzyılda yaygın olarak toplumsal bir gerçeklik kazanır. Batı tıbbının cinsel davranışı kategorize ettiği bu dönemde BDSM hakkında ipuçları veren en önemli eser, John Cleland’ın romanı Fanny Hill’dir. Cleland, borcu yüzünden hapis cezasını çekerken yazdığı romanda, genelevde çalışmak zorunda kalan Fanny adlı bir kadının hayatını anlatır. Erotik edebiyatın ilk ve en güçlü eseri olan bu romanda, bir kırbaçlama sahnesi de mevcuttur. 1769 tarihli bazı belgeler de Avrupa’da birkaç genelevde "kırbaçlama hizmeti" sunulduğunu haber verir.

Öte yandan BDSM, içinde geçen "sadizm" ve "mazoşizm" kelimeleri nedeniyle, elbette Marquis de Sade ve Leopold von Sacher-Masoch’dan soyutlanamaz. İkilinin görüşleri, gönüllülük ilişkisine dayanan modern BDSM kavramıyla ne kadar örtüşür bilinmez. Ama 18. yüzyılda zindanında kanıyla yazdığı eserlerle sadizmi kurarken "Acısız seks, tatsız yemek gibidir" diyen De Sade ve 19. yüzyılda "Beni öldüresiye kırbaçlayınız" sloganıyla piyasaya çıkan "Kürklü Madonna"nın yazarı Von Sacher-Masoch, BDSM tarihinin olmazsa olmaz isimlerindendir.

Robert Bienvenu’ya göre, Viktorya döneminin katı ahlakçı tutumunun silinmesiyle birlikte 20. yüzyılda tekrar doğan BDSM kültürü üç ana koldan ilerledi. 1928 yılında başlayan Avrupa fetiş akımını, 1934’te Yeni Dünya izledi. Son olarak 1950’lerden itibaren "gay fetiş" denen akım hakim oldu. Genelevlerde oynanan seks oyunlarına bakacak olursak, modern anlamda BDSM’nin kökenini en azından 19. yüzyıla kadar belgelere dayandırarak götürebiliriz. Irving Klaw, 1950’lerde ve 1960’larda, BDSM’yi ilk kez ticari film ve fotoğraf alanına taşıdı. John Willie ve Eric Stanton gibi "bondage" sanatçıları da, bu temayı çizgiromanlarda kullandılar.

DERİ ADAMIN KİTABI


İkinci Dünya Savaşı ertesinde cepheden dönen bir grup askerin başlattığı deri akımı ise, eşcinsel erkek altkültürün ana malzemesi oldu. Larry Townsend’in Leatherman’s Handbook (Deri adamın el kitabı) adlı eseri, bu akımın ana hatlarını oluşturuyor. Samois tarafından 1982 yılında yazılan Coming to Power (İktidara Gelmek) adlı eser ise, lezbiyenlerin de BDSM kültürüyle tanışmasına vesile oldu. Elbette tüm tarihi kökleri sayesinde BDSM, toplum tarafından uzun süre bastırıldıktan sonra, günümüzde internetin dünyada her noktaya ulaşmasıyla birlikte bir anda altkültür olmaktan çıkıp, geniş kitlelere nüfuz etti.

 
Kaynak Hürriyet Gazetesi...22.11.2006

MAZOŞİZM

XIX. yüzyılda yaşamış Avusturyalı ro­mancı Leopold von Sacher Masoch'un ro­manında anlattığı cinsel uygulamalarına dayanılarak, yazarın adıyla anılan bir cinsel tutuma verilen addır. Bu kavramla, kendine eşi tarafından eziyet, ulandırma ve ceza gibi acı verici davranışlar uygulanmaksızın cin­sel doyuma ulaşamayan bireyin cinsel tu­tumları anlatılır. Kimi zaman da birey, acı verici uygulamaları çeşitli biçimlerde kendi kendisine uygulayarak cinsel doyuma ula­şır, buna otoseksüel mazoşizm denir. Ta­nımlandığı zamandan beri, bir cinsel sap­kınlık olarak görülen mazoşizme, modern psikiyatrik sınıflamalarda psikoseksüel bo­zukluklar içinde yer verilmektedir.


Rahatsızlığın psikanalitik açıklanma­sında, çocukluktaki iğdiş edilme kompleksi (Castration complex) sorumlu tutulur. Bu­na göre mazoşist birey, iğdiş edilme korku­su yüzünden cinsel hoşlanma duygusunu reddetmekte ve beraberinde suçluluk duy­gusu hissetmektedir. Acı veren tutumlara maruz kalmayı bu kadar istemelerinin ne­deni, suçluluk duygusunu hafifletebilmek­tir. Bu yolla adeta kendi kendisini iğdiş et­mektedir. Psikanalizin kurucusu S. Freud'a göre, insanda apayrı bir mazoşistik içgüdü yoktur; sadizm ve mazoşizm birbirlerinin tamamlayıcılarıdır, mazoşizm bireyin ken­di benliğine yönelmiş saldırgan sadislik ar­zulardan başka birşey değildir.

Mazoşistik tutumlar, kendilerini top­lumsal hayatta da gösterirler. Buna moral mazoşizm denir. Moral mazoşistler fiziksel açıdan çok, aşağılanma ve eksiklik arayışı içindedirler. Bu kişilerde ilaç ve uyuşturucu madde bağımlılığı, intihar girişimleri gibi kendi kendini cezalandırma özelliği gösteren davranışlara sık sık rastalanılır.

E. Fromm'a göre ise mazoşizm, modem insanın varoluşunun temel çelişkilerinden kaçmak için başvurduğu nevrotik mekaniz­malardan biridir. E. Fromm da Freud gibi, mazoşizmi sadizmle birlikte alır; bu özel­likleri gösteren kişilik tipine sado-mazoşis-tik veya otorite yanlısı kişilir der. Mazoşiz­min daha egemen olduğu sado-mazoşistik kişi, özgürlüğü aramaktan ve Özgürce dav­ranmaktan korkar. Bazan zayıflık, çaresiz­lik duygularını, sevgi, sadakat ve bağlılık adı altında gizlemeye çalışır.

Mazoşizme psikopatoloji teorisi içinde yer veren bir başka psikoloji teorisyeni San-der Rado'dur. Rado'ya göre mazoşizmin te­melinde yasaklanmış haz verici yaşantılara ulaşılmadan Önce ebeveynlerin yaptığı ceza tehditlerine boyun eğme ve itaat etme dav­ranışının otomatikleşmesi yatar. Yasaklan­mış nazlara ulaşma isteği suçluluk duygu­sunu, o da kendini cezalandırma isteğini or­taya çıkar. Rado, buna "acıya bağımlı dav­ranış" adını verir ve haz işlevinin bozuldu­ğu bütün durumlarda ortaya çıktığını söy­ler.

Psikolojideki sosyo-kültürel yaklaşımın önde gelen isimlerinden Karen Horney'e göre mazoşizm, bağımlı olma ve kendini ayaklar altına atma yoluyla, bireyin hayatla başa çıkma çabasının bir şeklidir. Kendini en çok cinsel alanda göstermesine rağmen mazoşistik tutum, insan ilişkilerinin bütün alanlarında karşımıza çıkar. Mazoşizm, bi­reyi yarışma ve sorumluluktan, karşılıklı suçlamalardan kurtarma amacına hizmet eder. Mazoşist, çarpıtılmış değer s i sem inde çektiği acıya karşılık sevgi, kabul ve ödül kazanacağını sanır.



(SBA) Bk. Psikanaliz; Sadizm.

Leopold von sacher MASOCH kimdir?

Leopold Ritter von Sacher-Masoch, (1836-1895) Mazoşizmin isim babası ve yazar.




27 Ocak 1836'da, Avusturya-Macaristan'ın sınırlarında bulunan Lemberg'de (bugün ki L'viv, Ukrayna) doğmuştur. Adındaki "Ritter"den de anlaşılacağı gibi bir şövalye ailesinde doğmuştur. Daha küçük yaşlardan itibaren iyi bir eğitim almaya başlamış ve 1857 yılında Graz Üniversitesi tarih bölümünden mezun olmuştur. Akademik kariyerine devam eden Leopold daha sonraları Lemberg Üniversitesi'nde tarih profesörü olmuştur.


Daha 12 yaşındayken Almanca öğrenmeye başlamış olan Leopold'un yoğun bir edebiyat ilgisi ve becerisi vardı. Bu nedenle bir süre sonra akademik hayatını sonlandırıp yazmaya başlamış, çeşitli öykü derlemeleri ve romanlar kaleme almıştır. Adının ünlü psikiyatrist Krafft-Ebing tarafından mazoşizme verilmesine neden olan onun edebi eserlerindeki yoğun mazohist kurgulardır. İlk kez 1870 yılında basılmış olan "Kürklü Venüs" en ünlü romanı olmakla beraber yazımındaki mazoşist karakterin bariz bir şekilde ortaya çıktığı ilk eseridir. Daha sonra yazdığı yapıtlarda da bu mazoşist karakter çeşitli ölçeklerde görülebilir. Bu eserlerin bir başka özelliği de içerdikleri feminist düşüncelerdir.


Her ne kadar yazdıkları yüzünden mazoşizme ismini vermiş olsa da Leopold von Sacher-Masoch'un bir mazoşist olup olmadığı bilinmemektedir. Sakin diyebileceğimiz bir hayat yaşadıktan sonra Frankfurt-am-Main, Almanya'da 1895 yılının 9 Mart'ında ölmüştür.

Kaynak wikipedia...

Marquise de SADE kimdir?


Donatien Alphonse François le Marquis de Sade (Fransızca okunuşu:maʁki: dəsad) (d. 2 Haziran 1740 - ö. 2 Aralık 1814), Fransız aristokrat ve felsefe yazarı. Erotik edebiyat'ın önemli yazarlarındandır, genellikle sert pornografik yazılar yazardı.


Yaklaşık 29 yılını hapisanede, 3 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Bir diğer önemli eseri de Justine'dir. Sadizm'in kökeninin onun yazdıklarına dayandığı bilinir.


Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde hapsedildi; onbir yıl Paris'te (on yılı Bastille'de geçti), bir ay Conciergerie'de, iki yıl kalede, bir yıl Madelonnettes'de, üç yıl Bicêtre'de, bir yıl Sainte-Pélagie'de ve 13 yıl Charenton akıl hastanesinde. Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm" kavramı adından türetilmiştir.


Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişilerarası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizm"e varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır. Eserlerinde ahlaksal eylemin belirleyicisi olarak etik değerler değil de, içgüdüler ya da "koşullu buyruklar" eylemin "ilkesi" yapılırsa neler olacağını anlatır.

ÇOCUKLUĞU VE EĞİTİMİ


Sade, Paris’te Condé Sarayında doğdu. Babası comte Jean-Bastiste François Joseph de Sade’dir. Annesi Condé prensesinin uzaktan kuzeni ve yardımcısı olan Marie-Eléonore de Maillé de Carman’dir.

Çocukluğunda Katolik rahip olan amcası de Sade’nin yanında eğitim gördü. Daha sonra Jesuit lycée (erkekler okulu)na gidip askeri eğitim aldı. Yedi yıl savaşlarında süvari sınıfının komutanı olarak görev aldı. 1763’te savaştan döndü ve gönlünü zengin bir devlet adamının kızına kaptırdı ancak bu beraberlik aynı yılın kızın büyük ablası Renée-Pélagie de Montreuil ile evlenmesini düşünen babası tarafından reddedildi.

Ömrü boyunca tiyatroya olan ilgisi 1766 yılında Provence’de Lacoste kalesinde inşa ettirdiği özel tiyatroyla açığa çıktı.

UNVANI

Ailesi comte ve marquis unvanlarını seçti. Büyükbabası, Gaspard François de Sade, ailede marquis unavını kullanan ilk kişiydi. Genellikle marquis de Sade olarak bilindi ancak bazı belgelerde marquis de Mazan olarak da bilinir. Ancak Donatien de Sade’nin yaşadığı yerde ne onun ne de atalarının hakkında bir belge bulunamadı ayrıca Provence parlamentosu tarafından marquis ya da comte unvanlarını onaylayan yasal bir belgeye ulaşılmadı. Soyluluk unvanını kullanabilmek için böyle legal bir onaylama gerekliydi. Noblesse d'épée’nin yani eski Fransız soylularının üyesi olan Sade ailesi soyluluklarının eski Avrupalılardan geldiğini iddia ediyordu. Aslında ailenin atası Laura de Noves’di. Verilen mağrur unvanların kral tarafından onaylanması gelenekseldi. Ailenin marquis ve comte unvanlarını farklı şekillerde kullanması Fransızların unvan hiyerarşisinin göreceli olduğunu yansıtır. Teoride marquis unvanı birkaç gemiye sahip olan soylular için uygundur. Ancak bu unvanın belirsiz kişilerce kullanılması itibardan düşmesine neden oldu. Mahkemede öncülük unvana değil soyluluğun kıdemine ve kraliyet onayına bağlıydı. Evliliğinden önceki yazışmalarda Sade, babası tarafından marquis şeklinde ifade edildi. Ancak ondan sonraki nesiller bu şerefli ama gayri resmi unvanı kullanmayı reddederek kendilerine comtes de Sade dediler.

OLAYLAR VE TUTUKLANMA

Sade’nin olaylı ve ahlaksız bir yaşam sürdüğü ve fahişelere olduğu kadar Lacoste kalesindeki kadın ve erkek çalışanlara da kötü muamelede bulunduğu söylenir. Sade’nin bu davranışları arasında Lacoste kalesine gelen karısın kız kardeşi olan Anne-Prospere olayı da vardır.


Sade’nin en önemli skandallarından biri Rose Keller adındaki bir kadını kendisine cinsel anlamda hizmet ettirmeye zorladığı 1768 yılı Paskalya Yortusu gününde meydana geldi. Kadını Arcueil’deki şatosunda zorla tutmasından, fiziksel ve cinsel yönden kötü muamele göstermesinden dolayı suçlandı. Ayrıca bu dönemde önemli bir suç olan hakaretten de yargılandı. Kadın ikinci kat penceresinden tırmanarak kaçtı ve gördüğü kötü muamelenin karşılığını alamadı. Sade’nin kayın validesi la Presidente, Sade’yi mahkemeye çıkarmamak için Kral’dan bir belge aldı (lettre de cachet). Bu belge (lettre de cachet) daha sonra marquis için felaket olacaktı.



1763 yılında Sade Paris yakınlarında yaşamaya başladı. Birçok fahişe onun kötü davranışlarından şikâyetçiydi ve polis tarafından gözaltına alındı, yaşanan olaylar hakkında detaylı raporlar tutuldu. Birçok kısa tutuklamadan sonra serbest bırakıldı ve 1768’de Lacoste kalesine geri döndü.


1772 yılında Marseille’de, uşağı Latour ile birlikte öldürücü olmayan, afrodizyak olarak kullanılan kurutulmuş kuduzböceği tozu ile zehirlemekten ve sodomi suçlarından yargılandı. Bu yıl içerisinde ölüm cezasına çarptırıldı. Karısının kız kardeşini de alarak İtalya’ya kaçtı ve kayınvalidesi bu suçu yüzünden onu asla affetmedi. Bu sefer lettre de cachet belgesini onu tutuklatmak için aldı.

Sade ve uşağı 1772 yılının sonlarına doğru Latour Miolans kalesinde yakalanıp tutuklandı ancak dört ay sonra kaçtılar.

sade daha sonra suç ortağı olacak olan karısının yanına Lacoste kalesinde saklandı. Bir grup genç işçiyi burada hapsetti ve işçiler cinsel tacizlerinden şikâyet edip kaleyi terk ettiler. Sade tekrar İtalya’ya kaçmak zorundaydı. Bu süre içinde İngilizce'ye çevrilmemiş olan yolculuk maceralarını anlatan Voyage d'Italie adlı romanını yazdı. 1776’de Lacoste kalesine geri döndü ve yine çok sayıda hizmetçi kızı zapt etti ve birçoğu kaleden kaçtı. 1777’de hizmetçi kızlardan birisinin babası, kızına sahip çıkmak ve Sade’yi öldürmek için Lacoste kalesine geldi, silahın ateşlenmemesi Sade için büyük şans oldu.


Sonraki yıl aslında bir yıl önce ölmüş olan annesini ziyaret etmek için Paris’e gitti. Burada tutuklandı ve Château de Vincennes’de hapsedildi. 1778’de ölüm cezasının verilmesi için başvurdu ancak tutuklu kaldı. Buradan da kaçtı ancak kısa bir süre sonra yakalandı. Yazmaya tekrar başladı ve burada kendisi gibi erotik yazılar yazan Comte de Mirabeau ile tanıştı ama birbirlerini hiç sevmediler. 1784’de Vincennes hapishanesi kapatıldı ve Sade Bastille’ye gönderildi. 2 Temmuz 1789 hücresinden dışarıdaki kalabalığa doğru yüksek sesle ‘burada tutukluları öldürüyorlar’ diye haykırdı. İki gün sonra Paris yakınlarındaki Charenton akıl hastanesine gönderildi. (Fransız İhtilali’nin başlangıcı sayılan Bastille Buhranı 14 Temmuz’da meydana geldi.)

Sade başyapıtı Les 120 Journées de Sodome (Sodom’un 120 günü) için çalışıyordu. Nakil sırasında eserin müsveddesi kayboldu ancak yazmaya devam etti. Yeni Kurucu Meclis lettre de cachet(kraldan alınan belge) uygulamasını kaldırdıktan sonra 1790’da Charenton hapishanesinden salındı. Kısa bir süre sonra karısı Sade’den boşandı.

ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞMASI, SİYASETTE YER ALMASI VE HAPSEDİLMESİ

1790’dan sonra özgürlüğüne kavuştuğu dönemde Sade birçok anonim eser yayımladı. Eşini terk etmiş, altı yaşında bir çocuk annesi olan eski oyuncu Marie-Constance Quesnet ile tanıştı ve hayatının sonuna kadar Marie-Constance Quesnet ile yaşadı.


İhtilalden sonra kendini politikaya adadı, Cumhuriyeti destekledi ve kendini ‘Uygar Sade’ olarak tanımladı. Aristokratik geçmişine rağmen birçok resmi görev elde etmeyi başardı.

1789 yılındaki ayaklanmada Lacosta’daki birçok mülkünün zarar görmesinden dolayı Paris’e yerleşti. 1790’da Ulusal Delege olarak seçilerek liberal siyasi görüşü temsil etti. Radikal görüşlerinden dolayı dile düşmüş Piques mezhebinin üyesiydi. Doğrudan demokrasiyi öneren birçok siyasi kitap yazdı. Aristokrat geçmişinden dolayı devrimci arkadaşlarından tepki gördü. Sade oğlunu reddetmeye zorlandı ve bir sonraki yıl adı belki hatayla belki kasten Fransız İhtilali’nden kaçanlar listesine eklendi.

Terörün hüküm sürdüğü 1793 yılında Jean-Paul Marat’a makamını koruması için takdire değer bir konuşma yazdı. Orta yolculukla suçlandı ve bir yıldan fazla hapsedildi ve büyük ihtimalle idareden kaynaklanan bir nedenle giyotinden kurtuldu. Bu deneyim onun tiranlık rejiminden ve ölüm cezasına olan nefretini pekiştirdi. 1794’te Maximilien Robespierre’nin devrilmesi ve infaz edilmesinden sonra serbest bırakıldı ve Terör Hükümdarlığı (Reign of Terror) sona erdi.


1796’da Lacoste kalesini yoksulluktan dolayı satmak zorunda kaldı. Kalenin kalıntıları moda tasarımcısı Pierre Cardin tarafından düzenlendi ve burada hala tiyatro festivalleri yapılmakta.

YAZDIKLARINDAN DOLAYI TUTUKLANMASI VE ÖLÜMÜ

1801 yılında Napolyon Bonaparte Justine ve Juliette’nin anonim yazarını tutuklama emri verdi. Sade yayımcısının ofisinde tutuklandı ve yargılanmadan hapsedildi; ilk önce Sainte-Pélagie hapishanesinde kaldı ancak buradaki genç tutukluları baştan çıkardığı için katı kuralları olan Bicêtre kalesine gönderildi.

CHARENTON’A NAKLİ

Ailesinin de desteğiyle 1803 yılında deli olduğu ifade edildi ve bir kez daha Charenton akıl hastanesine gönderildi. Eski eşi ve çocukları da onun burada kalmasını destekliyorlardı.

Constance’ın Sade’yle birlikte Charenton’da yaşamasına izin verildi. Kurumun merhametli idarecesi Abbé de Coulmier yazdığı oyunları sahnelemesi, Paris halkına sunması ve oradaki hastaları oyuncu yapması için Sade’yi yüreklendirdi. Coulmier’in psikoterapiye garip yaklaşımı pek çok tepki çekti. 1803 yılında yeni polis teşkilatı Sade’yi tek kişilik hücreye nakletti. Coulmier’in bu uygulamayı ılımlılaştırmaya çalışmasına rağmen kâğıt ve kalemden de yoksun bırakıldı. 1813 yılında Fransa hükümeti Colmier’e bütün tiyatro etkinliklerini durdurmasını emretti.

Sade Charenton’da hizmetli olan 13 yaşındaki Madeleine Leclerc ile yeni bir maceraya başladı ve bu macera yaklaşık dört yıl, Sade’nin 1814’teki ölümüne kadar sürdü. Öldükten sonra yakılmayı ve küllerinin savrulmasını vasiyet etti ancak bunun yerine Charenton’da gömüldü. Daha sonra iskeleti frenolojik deneyler için mezarından çıkarıldı. Oğlu geniş kapsamlı çalısması Les Journées de Florbelle de dâhil olmak üzere yarım kalmış, basılmamış bütün müsveddelerini toplayıp yaktı.

Kaynak Wikipedia...

Nudist yaşam, nudist kampları, plajları ve aktiviteleri...

Nudizm özellikle batı toplumunda çıplaklık ya da dekolte, pek tabu sayılmadığından daha rahat yaşanabilemekte.Temel amaç, hiçbir giysi giymeden salt çıplak bedenle yaşamak ve bunu her alanda iş, ev, sosyal ortamlar, aile, deniz, havuz vb. mümkün olan heryerde yaşayabilmektir. Fakat batı toplumu dahi olsa her toplumun belli kuralları ve kanunları var. Bu yüzden iş yeri, sokak gibi ortamlarda olmasada evlerde ve nudist plajlarında, kamplarında bu felsefeyi yaşayan insanlar bir araya gelip diledikleri gibi rahat davranabilmekteler.
Aşağıda bu felsefeyi yaşayan insanların ortamlarından ufak bazı örnekler vereceğim, merak edenlere! Daha iyi fikir sahibi olunması adına, bazı resimler paylaşayacağım.

Master RuA


7 Mart 2010 Pazar

NUDİZM nedir?



Nudizm veya bir başka ifadeyle Naturizm, kişilerin vücutlarından utanmadan rahatlıkla sosyal olarak çıplak bir şekilde bir arada ve doğa ile bütünleşik bulunabilmeleri halidir. Seksüel bir anlam taşımayan nudizm, son yıllarda Türkiye'de giderek daha sıklıkla konuşulur ve daha yaygın kesimlerce uygulanır hale gelmiştir.